Ekmek yediğin yere ihanet etmeyeceksin.
Atasözü
Dildeki birçok atasözü, deyim, özlü söz, ifade doğruluğu çok da sorgulanmadan kabulleniliyor. Bu durum da burjuvazinin ve onun geçmiş zamanlardaki karşılığı olan egemenlerin kendi ideolojilerini yutturmak için başvurduğu ve başarılı olduğu onlarca hileden biridir. Bugün ortaya çıkıp ekmek yediğimiz yere ihanet etmek ne demek, asıl ihaneti bize sözde ekmek verenler yapıyor derseniz çok da karşılığını bulamazsınız. Çalışmak da bu ve benzeri birçok ideolojik girdi sonucu fetişleştirilmiştir. Ne için, kimin için sorularını kafamızda çalıştırırsak muhtemelen çok da zor olmayacak bir şekilde ilginç yerlere varabiliriz ama bu konuda kısaca tarihsel bir arka plan oluşturmaya çalışacağız.
Marx toplumun gelişimini beş evreye ayırmıştır. İlkel-komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, burjuva (modern, kapitalist) toplum, sosyalist-komünist toplum. Hemen belirtelim Marx bu sınıflandırmayı net bir şekilde gözlemleyebildiği, tarihini araştırabildiği Avrupa için yapmıştır. Bu durum belki kafalarda soru işareti uyandırabilir ama Avrupa dünya tarihine yöne veren en önemli coğrafyadır ve sömürü düzenini ve onun tarihsel gelişimini dünyanın diğer coğrafyalarına dayatmış ve kabul ettirmiştir. O coğrafyaların öznelliklerinden kaynaklanan bazı özgünlükler ortaya çıkmıştır ama bugün dünyaya baktığımızda bu skalanın hemen hemen her yerde temel olarak benzer bir seyir izlediğini ve o veya bu şekilde burjuva toplum modelinin sosyalist ülkeler hariç her yerde eksikli de olsa geçerli olduğunu görmekteyiz.
İlkel-komünal toplum Engels'in yabanlık çağı olarak adlandırdığı çağa denk düşmektedir. Bu toplumda çalışmak kamusal niteliği olan bir eylemdir. Komün, kabile, gens, topluluk neyse sadece maddi yaşamını sürdürebilmek için çalışır ve ilkel bir iş bölümü gerçekleştirmiştir. Bu durumda kabilenin hiçbir üyesi çalışmaya yabancılaşmamıştır ve çalışma eylemi gönüllü kabullenilen doğal bir süreçtir. Burada sadece ihtiyacı kadar üretmek derdinde olan bu insanlar şimdiki işçiler gibi ortalama 10-12 saat çalışmıyorlardı elbette. Yenebilecek bir hayvan avladıklarında veya yeteri kadar meyve topladıklarında bu mallar bitene kadar önemli oranda boş vakitleri oluyordu. Bu insanlar eminim modern toplumlun insanlarından kat be kat daha mutluydular. Bundan sonra çömlekçiliğin ve basit üretim araçlarının bulunmasıyla işler değişti. Yerleşik hayata geçildi ve tarım olanaklı hale geldi. İnsan, ihtiyacından fazla ürün ürettiğinde veya hayvana sahip olduğunda tarih başladı. Bu şekilde birileri zenginlikler elde etmeye başladılar. Özel mülkiyet belası tarihin bu evresinde ortaya çıktı ve çalışmak artık gönüllü kabullenilen doğal bir süreç olmaktan çıktı. Daha önceden fobilerden kaynaklanan savaşlar artık belirli bir amaç için yapılmaya başlandı. Komşu kabilenin sahip olduğu üretim araçlarına el koymak ve üyelerini köleleştirmek. Köleci toplum da bu şekilde ortaya çıktı. Köleler sadece boğaz tokluğuna çalıştırılmaya başlandı. Bu durumda artık anarşiye yer yoktu. Mülk sahibi sınıfların köleleri çalıştırmak için zor aygıtına gereksinimleri doğdu. İlk silahlı kuvvetler bu şekilde çalışmakta isteksiz olan köleleri veya kaçan köleleri yola getirmek için oluşturuldu. Giderek devlet aygıtı ortaya çıktı. Hukuk, ahlak, devlet, felsefe, sanat, kültür, din gibi üst yapı kurumları belirdi ve sömürüyü meşrulaştırmak için çalışmaya başladılar. Bu toplum yapısında çalışmak elbette ki bıkkınlık veren bir şeydi. Köle isyanları, kaçıp korsan olmalar başladı. Köle bulmak için yapılan savaşlar da maliyetli olmaya başladı. Ayrıca nüfus da iyice artmıştı. Üretim yapacak insan sayısı yeterli olmaya başladı. Bu yüzden maliyetli olmaya başlayan kölecilik yerine başka bir üretim tarzı kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Feodalite ve feodal üretim tarzı kendisini nesnel koşullar altında dayattı. Artık emekçiler köle değillerdi, üretimden bir parça da kendilerini kalıyorlardı. Dört gün feodal egemen için üç gün kendisi için çalışmak gibi düzenlemeler ortaya çıkmaya başladı. Kölelerin adı artık serflerdi. Çalışmak köleci düzene göre daha katlanılabilir olmuştu ama elbette ki sömürü ortadan kalkmış değildi. Din de artık daha siyasallaşmış, insanları bu dünyada acı çekmeye ikna etme uğraşı içine girmişti. Din sahip olduğu muazzam zenginliklerle iktidar odaklarından biriydi. Bu düzen de sanayi devrimiyle artık sürdürülemez hale gelmişti. Burjuva üretim tarzı yeni bir toplumsal yapıyı dayatıyordu. Devasa üretim için pazarlar lazımdı. Ulus devletler bu yüzden ortaya çıktı. 18. yüzyılda burjuvazinin geçekleştiği devrimler o ana kadar dünyada olup bitenlerden daha etkili dönüşümlerdi. Kilisenin ve feodal egemenlerin iktidarını yıkmak için burjuvazi köylüleri de yanına çekerek ilerici bir devrim gerçekleştirdi. İktidarı alınca da gerici olmaya başladı. Burjuvazinin dayattığı çalışma eylemi köylülerin hızla proleterleşmesini gerektirdi. Ve sınıf mücadelesi ete kemiğe büründü. Marx'ın bahsettiği burjuvazinin mezar kazıcıları kendileri tarafından tarih sahnesine çıkartıldı. Artık çalışmak sadece yaşamı yürütmek için bir zorunluluktu ve metalaştırılmış bir şeydi. Kapitalist toplumdaki ücretli emekçiler işlerine yabancılaşmış durumdadırlar. Kimin için, ne için çalıştıkları bilincinde olmayıp kendileri için çalıştıklarını zannederler. Oysa amaç sermaye sahibine zenginlik katmaktır özetle. Bunu sadece düşük ücret alanlar için değil orta veya yüksek maaşlı emekçiler için de söyleyebiliriz. Azınlık çoğunluğun yarattığı yaşamı gasp ediyor, olan biten bu. Bu arada küçük burjuva sınıfının bu paragrafın konusu dışında olduğunu da hatırlatmalıyız. Bugün devlet memurları dışında hemen hemen hiç kimse 8 saat çalışmıyor. Onlar da bu haklarını kısa zamanda kaybedebilirler. Ortalama 10, 12 çalışıyorlar. Evlerine ulaşmak için yolda geçirdikleri süre, yemek yemeleri, kişisel temizlik, kafa karıştırıcı bir sürü aracı da hesaba kattığımızda bu emekçilerin yaşama karşı duyarsız olmaları hiç de anlaşılmayacak, hayret edilecek bir şey değil. Bazı dostlarımızdan; halkın toplumsal olaylara karşı duyarsızlığı, tepkisizleşmesi üzerine halka karşı aşağılayıcı ifadeler duyuyorum. Hak ediyorlar diye düşünüyorlar. Hayır, kimse bu iğrenç düzeni hak etmiyor. Bu düzenin sınırları içerisinde tutulmak üzere çok güçlü bir abluka altına alınmış durumdalar. Bu ablukayı yarmak zordur ve pratik bir iştir. Yani düşünülmesi, dile getirilmesinden daha çok yapılması gereken bir iştir. Bilincimizi belirleyen şey mücadelemizdir.
Peki sosyalizmde ve giderek komünizmde çalışma eylemi nasıl bir karakter alacak? Sovyetler Birliği'nde, Sibirya'ya demiryolu döşeyen işçilerden son rayı monte eden işçi hüngür hüngür ağlamıştı. İşte o kişi kimin için, ne için çalıştığının bilincindeydi. Bir kapitalist toplumda bir ücretli emekçinin böyle bir şey yapması pek olası bir şey değildir. Duyan, bilen varsa bilgilendirsin bizleri. Sosyalizmde insanlar çalışmanın bilincinde olması lazım. Bu en az siyasal devrim kadar önemli ve zor bir iş olacak. İnsanlar toplumsal çıkar için çalıştıklarını bilecekler. Yani çalışmak yine ilkel-komünal toplumlarda olduğu gibi kamusal bir nitelik kazanacak. Ve bence herkesin çalıştığı, tutumlu, planlı bir ekonomide günde üç veya dört saat çalışma, yaşamı yeniden üretmek için gerekli şeyleri bize sağlayacaktır. Bunun için politeknik bir eğitim modeli gerekecektir. Yani herkes gerektiğinde en temel tarım işlerini veya sanayideki işleri yapabilecek bir eğitim almalıdır. Bugün Küba, tarımda çalışacak işçi bulmakta sıkıntılar çekmektedir. Çünkü çok kaliteli ve herkesçe ulaşılabilir bir eğitim sistemi mevcuttur. Dolayısıyla herkes akademik eğitim alma eğilimindedir. Böyle sorunlarla da karşılaşılabilir. O yüzden çalışmak; çok yönlü planlanan, herkesin hiçbir şeyden gocunmadan gönüllü kabul edeceği kamusal nitelikte bir eylem olmalıdır. Marx'ın Komünist toplumu tarif ederken hafif mizahi olarak yaptığı bir teşbih vardır: Sabah çobanlık, öğleden sonra balıkçılık, akşam da eleştirmenlik yapacaksınız diyor. Tabi benim tahminim bu işler birer ikişer saat yapılırsa yeterli olacaktır. Tercih etmez miydiniz? Günde 12 saat aynı işi yapıp, sonra da ertesi gün için enerji toplamak üzere bütün güzelliklerden vazgeçmek zorunda kalmakla karşılaştırılamaz bile.
Etiketler: çalışmak, Friedrich Engels, Karl Marx, Komünizm, Küba, Sosyalizm