Yılmaz Elver: Sağlıklı, rasyonel, bilimsel bir aşk istiyorum!
Ayşe Serdengeçti: Nah bulursun!
Yakın tarihte yaşanmış bu diyalogda biraz ironi var ama yazının içeriğiyle ilgili iyi ipucu veriyor. Ama hemen belirtelim burada benim savunacağım fikirlerin karşısında Ayşe Serdengeçti'nin durması genelde erkeklerin benim gibi düşündüğü ve kadınların da aksini düşündükleri anlamına gelmiyor. Erkekler de kadınlar da büyük oranda benim gibi düşünmüyor.
Riskli konularda yazı yazmak hoşuma gidiyor. Bu konular üzerine doğaçlama gelişen "duygularla" yazmıyorum. Aklıma gelen fikirleri iyice süzüyorum, biçiyorum, tartıyorum, sadeleştiriyorum ve öyle yazıyorum. Veya çabam bu şekilde diye düzelteyim.
Ana akım düşünce dünyası (AADD) diye bir olgudan bahsedilebilir mi? Bence edilebilir. Bu olgu pratik yaşam içerisinde her yerde karşımıza çıkıyor. Ders kitabında, otobüste, kredi kartı sözleşmesinde, duada, arkadaş sohbetlerinde, televizyonda, İnternet'te, rüyalarda, her yerde ama her yerde. Çok çeşitli unsurlardan beslenen bu dünya son tahlilde idealizmin etkisi altında. Bu dünyada gerçekler de hep makyajlanıyor. Aslında hep ideolojik tercihler olan bu modifiyeler sonucunda toplum idealizmin akıl kuşatıcı hamleleri karşısında çaresiz kalıyor ve bu saldırıları püskürtemiyor. Ana akım düşünce dünyası efsaneleri çok seviyor. Çünkü bu sanal efsaneler mülksüzlerin neden mülksüz olduklarını sorgulamamaları için pek bir güzel işlev görüyorlar. O kadar basit mi? Olup bitenleri bu kadar basit formüle etmek yeterince açıklayıcı değil biliyorum ama bu temel önermeye kimse tutarlı, bütünlüklü bir itiraz geliştiremez gibi geliyor bana.
Peki aşk AADD efsaneleri içerisinde nerede duruyor? Cevabım, bayağı merkezi bir yerde duruyor, olacak. İnsanları bayağı bir savurma potansiyeli var çünkü. Bu yüzden AADD aşkla ilgili çok yoğun üretimde bulunuyor. Toplumun önemli bir bölümünü aşkın bir efsane olduğuna ikna etmiş durumda. Asıl önemlisi aşkın, insanın hayatını alt üst etmezse aşk olmadığı konusunda ikna etmiş durumda. Onlara göre aşk; uçurumdan yuvarlanmak, freni patlatmak, kafayı yemek, raydan çıkmak gibi şeyler. Ben de soruyorum: Şart mı?
Aşkın mutlaka bir materyalist boyutu var. Yani aşk veya adını henüz bilmediğimiz o şey "var". Burada "inkar ve imha politikası" gütmek niyetinde değilim. Ama bunun nasıl da manüpile edildiğine, sömürüldüğüne dikkat çekmek niyetindeyim. Eveleyip, gevelemeyeyim: Egemenler; işçi sınıfının kafasını karıştıracak, onu örgütlü mücadeleden alı koyacak her şeyi tutuyorlar ve onlara yatırım yapıyorlar. Var olan bazı şeyleri yokmuş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bazen de aşk mevzusunda olduğu gibi var olan şeyleri kendi askerleri yapıyorlar. Zaten var olan ve hepimizin bir şekilde tecrübe ettiği aşk olgusu sermaye düzeninin istediği hatta gelmiş durumda şu anda.
Peki bu yazıda önerilen ne? Aşka sırtını çevirmek mi? Hayır, en başta yazar bunu yapmıyor. Bu yazıyı yazmadaki temel motivasyon aşkın piyasa açısından önemine vurgu yapmak. Piyasanın daha doğrusu onun ideolojisinin ilgilenmediği bir çöp tanesi bile olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz derim, naçizane. Bunları düşünelim ve gerçek aşkı (belki adı başka bir şeydir) yaşamak için mevcut aşk efsanesini yerle bir edelim istiyorum. Aşkı bir din olmaktan çıkaralım..Etiketler: Aşk, burjuvazi, işçi sınıfı, örgütlü mücadele