Siyasal İslam Anadolu coğrafyasında çok derin köklere
sahiptir. Elle tutulur gözle görülür bir ideoloji sahibi olan bu akım genelde
iktidarı paylaşan çoğu durumda da direkt olarak elinde tutan taraf olmuştur. Dönem
dönem dışlandığı, kriminalize edildiği doğrudur ama bu kısa dönemler tablonun
bütününü etkilememektedir.
Elbette bir ideoloji olarak her zaman eğitim kurumuna önem
vermek zorunda kalmıştır siyasal İslam. Her zaman eğitim alanın müdahale etme
ihtiyacı duymuş ve fırsatı eline geçirir geçirmez de müdahaleyi yapmıştır.
Günümüzde yaşanan 4+4+4 eğitim yasası da böyledir, Köy Enstitüleri’nin
kapatılması da, din derslerinin tekrar okutulmaya başlaması da.
Anadolu coğrafyasındaki siyasal iktidarlar arasında sınıfsal
karakter anlamında süreklilik vardır. Bütün bu iktidarlar burjuva karakterlidir
veya daha doğru bir ifadeyle hiçbir zaman tam anlamıyla halkçı bir karaktere
bürünmemiş, egemenlerin çıkarlarının yanında saf tutmuşlardır.
Bu sınıfsal sürekliliğin yanında dönem dönem önemli
kopuşlar, toplumsal altüst oluşlar gerçekleşmiştir. Kökü daha da derinlere
giden ama 1923’te asıl sıçramasını yapan Cumhuriyet dönemi bu altüst oluşlardan
biridir. Ulusal kurtuluş problematiğinin gölgesinde var olan Kemalist devrim
iktidarını sağlamlaştırıncaya kadar çok çeşitli ideolojilerden etkilenmiş, çok
çeşitli kesimlerle dirsek teması içerisine girmiştir. Bu kesimler içerisinde
feodal unsurlar, İslamcı kesimler, bir aşamadan sonra emperyalistler olduğu
gibi Bolşevikler de vardır. Dolayısıyla bu eklektik etkileşim Kemalist
kadroların ilerledikleri yolda etkilerini göstermiştir. Eğitim alanına yapılan
müdahalelerde de bu etkilerin hepsini görmekteyiz.
Yüzü batıya dönük, modern, kapitalist bir ulus devlet inşa
etmek isteyen Kemalist kadrolar bu doğrultuda üst yapısal dönüşümler
gerçekleştirmişlerdir. Eğitim alanı da bu dönüşümlerden nasibini almıştır. Din eğitimi
de özellikle almıştır. 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla
eğitim ve öğretimde merkeziyetçi bir birlik sağlanmıştır. Dinsel eğitimin en
önemli ayağını teşkil eden medreseler bu müdahale sonucunda kapatılmıştır. Fakat her durumda kararsız davranan Kemalist
kadrolar dinsel eğitimi tam anlamıyla tasfiye etmek konusunda isteksiz
davranmışlardır. Hemen aynı yıl din hizmetleri verecek kişi ihtiyacını
karşılamak amacıyla dört sınıflı 29 imam hatip okulu açılmıştır. Fakat bu
okulların sayısı her geçen sene azalarak nihayet 1929 yılında tamamen ortadan
kalkmıştır. 1930-1948 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde din hizmeti
verecek kişi yetiştiren herhangi bir eğitim öğretim programı bulunmamaktadır. Yine
aynı dönemde Türkiye’de hiçbir okulda din dersi okutulmadığını da hatırlatmak
isteriz.
1949 tarihini de İkinci Dünya Savaşı’yla beraber düşünmek
gerekmektedir. Kapitalist-Emperyalist blokla Sovyetler Birliği arasında geçen
savaşta Türkiye biraz da zorunlu olarak tarafsız kalma eğilimi içerisinde olmuş
ama bütün gelişmeleri büyük bir dikkatle takip etmiştir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında dünya siyasetinde şekillenen “Soğuk Savaş” döneminde Türkiye’nin
tarafı nettir. Non-stop Amerikancı bir tutum alan Türkiye’de bu tutuma uygun
toplumsal dönüşümler de başlamıştır. İktidarlar sorgulanmış ve nihayet 1950
yılında AKP’nin köklerini bulduğu baştan aşağı Amerikancı Demokrat Parti iktidarı
kendisini var etmiştir. Kemalist CHP’nin birkaç yıl öncesinde attığı Köy
Enstitüleri’ni kapatma, imam hatip okullarını tekrar açma, din derslerini
seçmeli de olsa tekrar açma, ilk ilahiyat fakültesini açma gibi hamleleri
gecikmiş hamleler olarak değerlendirilir ve emperyalist blok tarafından yeterli
görülmez. Ve DP iktidarı başlar.
Demokrat Parti iktidarıyla beraber kısmen dışlanan siyasal
İslam da tekrar temsil edilme olanağı bulur ve gericileşme hız kazanmaya
başlar.
Demokrat Parti öncülü CHP’nin başlattığı “gericileşme
açılımını” ileriye götürmekte çok yetenekli davranmıştır. 1950-60 yılları
arasında 26 imam-hatip okulu açılmıştır. Bu tarihten sonra imam-hatip
okullarında sürekli bir artış yaşanmıştır.
1960’dan sonra Türkiye’de yükselen sınıflar mücadelesi, işçi
sınıfının politikleşmesi, sendikalaşmanın artması, öğretmen örgütlenmesinin
görünür olması Türkiye’nin ilerici birikimine katkıda bulunmuştur fakat egemen
güçler de bu birikimin panzehiri olarak dinselleşmeyi her zaman daha bir şevkle
desteklemeye devam etmişlerdir. Özellikle Demirel dönemlerinde bu destekler hep
bir rekorla taçlandırılmıştır. Cumhuriyet tarihinin en çok imam hatip açan
iktidarlarının başında bugünlerde demokrasi kahramanı olarak selamlanan Süleyman
Demirel vardır.
70’li yılların toplumsal atmosferi egemen güçler için tam
bir karasaban olarak algılanmıştır. Politikleşen ve örgütlenen işçi sınıfı hak
arama konusunda istekli olmuş ve birçok kazanımla sonuçlanan eylemlerde bulunmuştur.
Bu süreç kaçınılmaz olarak faşizme kapı aralamış ve 12 Eylül askeri darbesi
gerçekleşmiştir.
1923 sürecinden başlayarak 12 Eylül’e kadar olan süreçte
siyasal İslam ve onun en önemli saç ayaklarından biri olan eğitimde
dinselleşmenin serüveni böyledir. Hiçbir zaman tam anlamıyla yeterli olmayan
ama bugün başına AKP eliyle neler getirildiği aşikar olan ve bugün için çok
değerli olan laiklik uygulamalarının da 12 Eylül’e kadarki olan serüveni böyle
gelişmiştir. 12 Eylül sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler ve eğitim alanına yansımaları başka bir yazının konusu olsun. 2002 yılından sonra yaşananlar da başka bir yazının konusu olsun ama sadece yazının konusu olmasın, bir mücadele başlığı da olsun..
Etiketler: AKP, birinci cumhuriyet, CHP, Demokrat Parti, eğitimde gericileşme, gericilik, imam hatip okulları, Kemalizm