Türkiye'den bazı politik oksimoronlar


İngilizce'de oxymoron adında bir söz sanatı vardır. İki zıt anlamlı kelimeyi yan yana kullanmak anlamına gelir. Sevgili düşmanım, özgürlüğün hakimi, köşeli daire gibi.. Yani olmayacak duaya amin demek gibi de açıklayabiliriz. Türkiye'nin politik atmosferinde bazı oksimoronlar var. Bunların birkaçına değinmek istiyorum.

Birincisi uzun yıllardır kullanılan ve kanıksandığı su götürmez bir gerçek olan Derin Devlet tamlaması. Özellikle Ergenekon sürecinde AKP'nin işine geldiği gibi kullandığı bu kavramda bir tuhaflık yok mu sizce? Devlet içerisinde bir takım illegal grupların olduğu ve her şeyi bunların kontrol ettiğini iddia edenler var. AKP 2007 öncesinde "iktidardayız ama iktidar değiliz" diye sanal bir mağduriyet yaratırken bu derin devlet karın ağrısından çok faydalandı. Kabul etmek gerekir ki devlet bazı "pis işleri" açıkça yapmaktan kaçınır ve bunları bir takım karanlık odaklar yapar. Ama bu pis işlerden devletin görünürdeki yöneticilerinin sorumluluğu yok mudur? Kapitalist devlet deriniyle, sığıyla bir bütündür ve her türlü faşisttir. Aslında devletin ne olduğunun da iyi anlaşılması gerekir. Lenin'in dediği gibi devlet bir tür sopadır. Bu sopayı kim tutuyor ve kime vuruyor? Önemli olan budur. Hele hele bugün AKP her şeyiyle devletin ta kendisidir ve sermayenin sopasını emekçilerin üstüne tüm gücüyle indirmektedir.

İkinci saçma kelime grubumuz da Özgürlükçü Sol...Hepsi "Yetmez ama Evet"çi AKP yalakası bu sol gruplar kendilerine özgürlükçü sol demektedirler. Demek ki özgürlükçü olmayan bir solun olduğunu düşünüyorlar. Ortodoks Marksislerden bahsediyorlar. Bunların (yani bizlerin) otoriter eğilimli olduklarını düşünüyorlar. Bir siyasi irade hala ve utanmadan AKP yardakçılığı yapıp da nasıl oluyor özgürlükten, nasıl oluyor da soldan bahsedebiliyor akıl almıyor. Aslında alıyor. Bu grupların takipçilerine ve sempatizanlarına suçun kaynağını yüklemek doğru olmaz ama yöneticileri satılmış kişilerdir. Bunlar sınıf siyasetinden uzaklaşmış "kimlik siyaseti forever" şeklinde takılmaktadırlar. Bu açıkça bir sağa sapmadır. Özgürlük olarak bir insanın rahatça "ben Kürdüm, ben Aleviyim, ben Ermeniyim" demesini anlamaktadırlar. Kabul ediyorum bunlar önemli şeyler ama bir insan 730 lira maaş aldıktan sonra kimliğini rahatça ortaya koyması, tüm mücadelesini buna adaması ne kadar gerçekçidir? Bir de bizlere Stalinist demektedirler. Öncelikle biz kendimize Leninist diyoruz ama Stalin'den ve onun adından da utanmadığımızı söylemek isteriz.

Üçüncü olmayacak duaya amin deme durumu Müslüman Anti-Kapitalistler denen kişilerden bahsederken gerçekleşmektedir. Bir insan hem Müslüman hem de anti-kapitalist o-la-maz. Böyle olduğunu iddia eden varsa ya Müslümanlığı ya da kapitalizmi bilmiyor demektir. İkisini ancak yarım yamalak bir şekilde bir arada yaşayabilir. Kapitalizm herkesin kendine göre tarif edebileceği, soyut bir şey değildir aslında. En sade biçimiyle üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir. Biz özel mülkiyet deyince bize "ben arabamı vermem, ben netbook'umu vermem" diye yaklaşanlar oluyor. Bunlar üretim araçları değil tüketim araçlarıdır. Üretim araçlarıysa hayatı var eden fabrikalar, tarlalar, bankalar, ulaşım ağları, iletişim ağları gibi olgulardır. Bunlar üzerindeki özel mülkiyet kapitalizm demektir. Bu özel mülkiyet emek sömürüsünü zorunlu kılar. Kapitalizmin yasaları bunu gerektirir. Bir de emperyalizme bağımlı olmayı. Şimdi bunları net bir şekilde karşısına alan bir din gösterin bana. Aramayın yok çünkü. Müslümanlıkta hiç yok. Bana özel mülkiyeti ve artı değer sömürüsünü karşısına alan bir tutumunu gösterin, bu bloğu kapatacağım ve tövbe edip, Hacca gideceğim. Bazı ufak tefek "iyi şeyler" tavsiye etmesi tablonun bütününü etkilememektedir. Bir insanın din yoluyla da olsa kapitalizm karşıtı olması iyi bir şey değil midir? Sosyalistler uyanık olmalı diyoruz. Olgulara bütünlüklü ve tarihsel bir perspektiflere yaklaşmalı diyoruz. Bir insanı örgütlü sosyalizm mücadelesinden ayrı tutan, onun yerine bir şeyleri ikame eden her türlü şey aslında burjuvazinin hanesine yazar. O yüzden STK'lara (sivil toplum kuruluşları) karşıyız. İnsanların enerjileri ve tepkileri bu tür burjuva oyunlarıyla etkisizleştirilir. Ve o insanlar sistem çemberinin dışına çıkarılmamış olur. Bu sene 1 Mayıs'ta aylarca çalışma yaptık ve o alana en kalabalık kitleyi yığdık. Bizim adımız kürsüden ki o kürsü de sendikaların burjuvazinin istediği hatta gelmiş olmasından dolayı devrimci değildir, bir kez bile anons edilmedi ama o 150 kişilik Müslüman anti-kapitalistler tam altı kez anons edildi. 1 Mayıs akşamı bütün burjuva ana haber bültenlerinde onlar vardı. Buradaki çakallığı göremiyor muyuz? Müslüman anti-kapitalistler sittin sene sömürü düzenini tehdit edemezler, bu yüzden onore ediliyorlar. Adres gösteriliyorlar. Sosyalizm inşallahla, maşallahla gelmez. "Mülk Allah'ındır" da tarihin en büyük yalanlarından biridir. Yani sonuç olarak: Devlet su işleri, bırakın bu işleri.        

Etiketler: , , , , , , , , ,