Birkaç ay önce İngiliz yönetmen Ken Loach’un Torino Film
Festivali jürisi tarafından verilen “Yaşam Boyu Onur Ödülü”nü reddettiğini
duyduk. Yönetmen, sebep olarak festivali düzenleyen kuruluşun taşeron işçi
çalıştırdığını göstermişti. Bu onurlu tavır yönetmeni tanıyanlar için sürpriz
olmamıştı. Çünkü Loach, filmlerinde gerçek “kaybedenleri”, gerçek “ötekileri”
yani işçi sınıfını işler. Futbol sevgisi bilinen yönetmenin futbolla ilgili
filmleri de vardır. Eric Cantona’nın bizzat kendisini ya da kendisi suretinde
bir ilham perisini oynadığı “Looking for Eric/Hayata Çalım At” hemen akla
geliyor ama bugün o filmi işlemeyeceğiz. 1998 tarihli “My Name is Joe/Benim
Adım Joe” da yönetmenin futbola bir yerlerden bulaştığı bir filmidir.
Bu filmde karşımıza çıkan “öteki”; Joe adında, Glasgow’un en
sorunlu bölgelerinin birinde yaşam mücadelesi veren biri. Sistem kendisine hiç
değer vermemiş. O da, steril hayat yaşayan düzen insanının ve “yetkililerin”,
“ne kadar da sorunlu biri” diye yargılayacağı bir birey oluvermiş. Alkolizmle
mücadele ediyor. Zaman zaman burjuva hukukunda “suç” diye tarif edilen
eylemlerden bazılarını yapıyor.
Joe bir teknik direktör. Amatör bir takımı çalıştırıyor. Külüstür
Ford Transit’iyle oyuncuları maça taşıyor. Forma bulamıyor, bulamayınca da
oyuncularını üst tarafları çıplak şekilde maça çıkarıyor. Maçlarda da hayattaki
gibi kaybetmesine rağmen futbol tutkusunda hiçbir azalma olmuyor. Hatta görevine,
takımına, oyuncularına o kadar bağlı ki onlar için çok önemli fedakârlıklar
yapmaktan çekinmiyor. Çünkü o da nice ıskalanmış hayatlardan biri ve değer
verdiği bir şeyin hakkını vermeye ne kadar da istekli olduğunu hayıflanarak
görüyoruz.
Futbol yani amatör futbol bu filmde çok ön plana çıkmasa da
sistemin kirliliğinden uzakta olmanın veya bir çeşit mücadelenin metaforu
şeklinde kullanılıyor. Aslında futbola bu tür gerçekçi olmayan misyonlar
biçmenin yanlış olduğunu savunuyoruz ama kapitalizmi sorunların kaynağı olarak
göstermekten geri durmayan Ken Loach sinemasında, futbolun bu şekilde kullanılması
zararlı bir tutum olmanın aksine bizce bir hoşluk. Joe ve talebeleri futbol
oynamak için yaratıcı çözümler bulmak zorunda kalıyorlar. Bu esnada dayanışma, fedakârlık,
boyun eğmeme gibi kavramlar öne çıkıyor. Yönetmenin dünya görüşünü bilenler bu
ipuçlarını tarihsele bağlamakta zorluk çekmiyorlar.
Joe için işler düzelmeye başlayınca sahadaki sonuçlar da düzelmeye
başlıyor. Ama bir mülksüzün sorunsuzca iyiye, güzele ulaşmasının imkânsız
olduğunu çok iyi bilen yönetmen, Joe karakterini gerçekçi bir kurgu içerisinde
hırpalıyor. Fakat her zamanki gibi umudu, dayanışmayı, mücadele etmeyi futbol
çeşnisiyle birlikte filmine yedirmeden de filmi bitirmiyor. Sosyalist bir
yönetmen başka türlüsünü yapamaz zaten. İnsan doğasını anlayacağım diye insanı
“yeraltına” hapsetmez en azından.
Bitirirken bir şeyi düzeltmezsek yazının eksik olacağını
düşünüyoruz. İlk paragrafta işçi sınıfıyla ilgili “kaybeden” sıfatını
kullandık. Bu bir verili durum tespitidir. Yoksa biz de Ken Loach da kaderci
bir anlayışa sahip değiliz ve işçi sınıfının hep kaybeden olacağını kesinlikle
düşünmüyoruz. Bu maçı alacağız, başka yolu yok!
Etiketler: Benim Adım Joe, Futbol, Futbol Filmleri, Hayata Çalım At, Kapitalizm, Ken Loach, Looking for Eric, My Name is Joe, Sosyalizm, Zeki Demirkubuz