Bir liberali (özür dilerim küfürlü ifade kullandım!) nasıl
tarif edebiliriz? Evinde tütsü yakan kişi şeklinde mi? Organik ürünler satan
mağazalara gidip kazıklanan kişi şeklinde mi? Hayır, bu şekilde değil. Bize
göre liberal insanı, olguları içeriğiyle değil biçimiyle değerlendirendir.
Örneğin, ona göre insanların özgür düşünce gelişimini (?) takmayan sosyalizm,
futbola propaganda amaçlı özel önem vermiştir, dolayısıyla Allah onun belasını
versindir.
Bu bakış açısına sahip bir film var. Aslında bir televizyon
belgeseli. BBC’nin yayınladığı “Futbol ve Komünizm” adlı filmden bahsediyoruz.
Filmin yönetmeni bilmem kim, filmin çekim tarihi de bilmem kaç.
Filmin yönetmeni aslında belli. Yüzyıllardır insanlığa
sömürü, baskı ve ölümü dayatan kapitalist-emperyalist blok. En önemli aktörünün
ABD olduğu ölüm makinesi. Bunlar utanmadan sıkılmadan, reel sosyalizm
deneyimlerinde toplum üzerinde baskı olduğunu belgesellerle, filmlerle,
romanlarla anlatmaya çalışıyorlar.
Önce şu klasik Marksist önermeyle başlamalıyız. İktidarda
olan sınıf, üstyapı kurumlarına da toplumun düşünce dünyasına da hâkimdir. Onları
belirler, şekillendirir. Liberallik burada çukurundan ortaya çıkar işte.
Herhangi bir siyasi, toplumsal eylemi “kimin için, ne için” diye
değerlendirmeliyiz en başta. Dolayısıyla bizler sosyalizmin, toplumsal düzene
politik girdiler yapmasından dehşete kapılmayız. Bunun başarıldığı oranda
güneşli, güzel günlerin geleceğini biliriz.
Reel sosyalizm deneyimlerinde her şeyin dört dörtlük
olduğunu iddia etmiyoruz. Bazı zorluklar, zorlamalar, aşırılıklar olmuştur.
Bunu ancak bizler tartışabiliriz. Deneyim olması açısından. Şer makinesi
kapitalist-emperyalist bloğun, burada fikir beyan etmesi ve de yargılamada bulunması
kabul edilebilir bir şey değildir. Her şey dört dörtlük değildi derken şunu da
eklemeliyiz: Bugün yaşadığımız dünyadan, AKP vahşi kapitalizminden örneğin, her
şey bin kat daha iyiydi. Kimse ilahi dinletilen bitkilerin daha hızlı büyüdüğünü
üfürmüyordu “Doğu Bloğu” ülkelerinde.
Belgesel, vurmaya Sovyetler Birliği’nden başlıyor. Dinamo
Moskova’nın “polisin” takımı, CSKA Moskova’nın “ordunun” takımı, Spartak
Moskova’nın “halkın” takımı olduğunu iddia ediyor. Liberalliğin doruk noktası. Dip
noktası demeliyiz aslında. Sovyetler’deki ordunun ve polisin kime ait olduğunu,
kimin tarihsel çıkarlarına göre hareket ettiğini es geçiyor.
Anti-komünizmin en çok ilgi gösterdiği tarihsel kesitten
biri olarak, Almanya Demokratik Cumhuriyeti’ne uğramaması düşünülemezdi. Orada
da birileri, Berlin Duvarı’nın kenarından diğer yakadaki stadyumdan maç
dinliyorlarmış. Özgür değillermiş. Mekdanılds, livays, kredi kartı, paralı
eğitim özgürlüklerine hasretlermiş. “Doğu Almanya’da” zorunlu ihtiyaçlar
bedavaymış ama futbolculara ideolojik propaganda yapılıyormuş.
Hepsini geçiniz! Palavrayla karışık saçmalıktan başka bir
şey değil bu film. Ayrıca en başta yaklaşım masum değil. Anti-komünizmi oldukça
estetik ve yaratıcı şekilde yapanlardan da beş, altı sınıf aşağıda. Bu
vampirlere bir de kötü haberimiz var. İşçi sınıfını özgürleştirmek isteyenler, iktidara
geldiklerinde, sınıfı en çok baskılayan aygıtlardan olan futbol ve sinemanın
temizlenmesine “özel önem” verecekler.
Etiketler: Alman Demokratik Cumhuriyeti, Alman futbolu, anti-komünizm, CSKA Moskova, Dinamo Moskova, endüstriyel futbol, Futbol, Futbol Filmleri, liberalizm, Lokomotif Moskova, Sovyetler Birliği, Spartak Moskova