Aralık ayı boyunca Taksim Akbank Sanat Merkezi’nde
düzenlenen “Gitar Günleri”ne büyük oranda katıldım. Düşüncelerimi ve
izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Başlamadan önce birkaç genel yargıyı iletmem
gerekiyor.
*Öncelikle Akbank, senin kim olduğunu gayet iyi biliyorum.
Seni gördüm, oradaydın. Dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı olan kapitalizmin
yürütücülerinden birisin. Senin şahsında Koç grubu, onların şahsında burjuvazi
sınıfı. Dedim ya seni gayet iyi tanıyorum. Böyle sanat sepet işlerine sponsor
olarak asla gözümüzü boyayamazsın. Sen bir canavarsın.
*Bu şekilde küçük bir mekanda, az kişiye verilen,
enstrümantal konserler esnasında ko-nu-şul-maz. Bu konsere çocuklar
ge-ti-ril-mez. Gözünü seveyim halk.
*Bu kadar ucuza icra edilen, bu kadar iyi konserlere
ortalama 70 kişi katıldı. Acıklı bir durum.
*Konserlere otobüsle gittim. Gece 22.30 ve 522 ST’de yine on
binlerce insan vardı…
*Gerici, dinci ideoloji kıçını yırtsa sanat, kültür olayında
başlangıç seviyesini aşamaz.
Son üç, dört senedir gitar enstrümanıyla aramda ilginç bir
bağ oluştu. Geçmiş yaşam diye bir şey varsa bir önceki yaşamımda bir gitar
olduğuma eminim artık. Normalde iyi icra edilen her enstrüman icracıyı
güzelleştirir ama sanırım bunu en fazla gitar yapıyor. İnsan vücuduna çok güzel
yakışıyor gitar. Bir gitarı virtüözite mertebesinde icra edilirken görmek
benzersiz bir deneyim.
Çok da üstün bir enstrüman. Altı telli olması ona büyük bir
avantaj sağlıyor. Bir kişi bile aynı anda melodi çalabiliyor, armoni
yapabiliyor, ritm tutabiliyor. Bir gitar duo’su koskoca bir orkestraya
dönüşebiliyor. Her şey çalınabiliyor gitarla. Ayrıca hem lokal hem de evrensel
olabilen bir enstrüman. Kısacası bana göre insanlık tarihinin en güzel
işlerinden biri. Gitar çalamamak (beş, altı tane şarkı akoru bilmek dışında)
benim trajedimdir.
Festivalin ilk etkinliği Ceren Baran ve Güray Alyörük’ün
“Genç Virtüözler” temalı resitaliydi. Bu ve yine son etkinlik olan Kazım
Çokoğullu ve Sinan Kurşun resitaline katılmadım yalnızca. Bu solistlerin çok
iyi kariyerleri var, eminim konserleri de iyi geçmiştir ama gidemedim maalesef.
Ayrıca biletler 10 liraydı ki kendimi tekrar kınıyorum.
İlk gittiğim konser 10 Aralık günü gerçekleşti. Arjantinli
ünlü gitarist Pablo Marquez’in konseriydi bu. Çok iyi bir gitarist. Muazzam bir
kariyeri var ancak bu konser biraz problemliydi. Pablo Marquez, Arjantinli
yerel bir besteci olan Gustavo Leguizamon’un
eserlerini yorumladığı bir albüm çıkartmış. İstanbul’a da bu albümün tanıtım
konserleri zinciri içerisinde gelmiş. Bir ara dinleyicilere “sıkılıp sıkılmadıklarını”
sordu ve ekledi “tek bir temalı konserler sıkıcıdır.” Kişisel görüşüm tek
temalı konserler risklidir. Albüm tanıtım konserleri de sıkıcıdır. Çünkü bir
albümde genelde iki veya üç iyi parça olur. O üç veya dört parça uğruna diğer
sıkıcı altı parçayı da dinlemek zorunda kalırız. Öyle de oldu. Bence albümün
iddialı dört parçasıyla beraber beş altı tane de “garanti” parça alınsa daha
iyi olurdu. Bilmiyorum. Konsere koşarak, ucu ucuna yetişmem ve kahvaltıyla
duruyor olmam etkili olmuş mudur ama bu konserden pek tat almadım.
İkinci konser Antonio Duro
ve Murat Usanmaz’ın önce ayrı ayrı sonra da beraber çaldıkları konserdi. Tabi
her seferinde belirtmeye gerek yok, bu festivale katılan sanatçılar sinek
ikilisi değiller. Her birinin çok iyi kariyeri var. Murat Usanmaz’ın daha önce
Youtube’dan videolarını izlemiştim ama kim olduğunu tam olarak bilmiyordum.
Murat Usanmaz sahnede çok iyi bir iletişim kurdu. Seçtiği eserler de çok ilgi
çekici, tanıdık eserlerdi. Benim gibi bu işlere yeni başlayan için çok güzel
bir yarım saat oldu. Antonio Duro ise seyirciyle hiç iletişime girmedi ki bu
konserlerde önemlidir. Seçtiği eserler de genelde durağandı. Biraz daha dinamik
eserler seçebilirdi diye düşünüyorum. İkisinin beraber icra ettiği bölüm ise
çok iyiydi. Dediğim gibi iki adet gitar koskoca bir orkestra kadar etkileyici
olabiliyor. İki iyidir…
17 Aralık günü benim için unutulmaz günlerden birini
yaşadım. Açıkçası konsere gitmeden önce Katona Twins hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Repertuarları da yazmıyordu. Yine “iki iyidir” düşüncesiyle konsere gittim ve
mükemmel bir akşam yaşadım. Peter ve Zoltan Katona kardeşlerin her ikisi de çok
iyi kariyere sahip. Birlikte bir konsept oluşturmuşlar ve o özgün yoldan
ilerliyorlar. Klasik olanla popüler olanı güzel bir şekilde harmanlamışlar.
Asturias’tan, Bohemian Rhapsody’ye; Beatles eserlerinden Bach’a geniş bir
repertuarları var. Bir de eserin ruhuna göre zaman zaman ayağa kalkıyorlar.
Konser güzel başlamadı aslında. Kendilerini ilk defa izlediğim için önce bir
yabancılaşma duygusu yaşadım. Ayrıca bir enstrümana elektronik aksan girince
ben genelde sonuçtan hoşlanmıyorum. Peter’in ilk parçalarda bazı yerlerde hata
yapması da eksi puanlardandı fakat sonra rüya gibi bir akış gerçekleşti. İki
paket sigara parasına muhteşem bir şeye tanık olduk 70 kişi olarak. Ertesi gün
saat 14.00’de aynı konseri ücretsiz verdiler ki çok saygı duydum. Gidebilsem
yine giderdim. Katona Twins’i takip edelim.
Bir gün sonra genç solist Eren Süalp’ın konseri vardı.
Aslında benim gitar müziğiyle tanışıklığım biraz daha eskiye dayanıyor. Ünlü
Türkiyeli gitarist Ahmet Kanneci’nin “Popular Classics” adlı bir albümü vardır.
Bu albümü çok dinlemiştim zamanında. Eve girer girmez bunu açardım. Aslında
bunun da bir hikâyesi var. Yılmaz Güney de eve girer girmez Rodrigo’nun
“Concierto de Aranjuez”ini açarmış. Ona benzer bir hikâyem olsun istemiş
olabilirim. Eren Süalp Kanneci’yle birlikte çalışan birisi. O yüzden konsere
biraz daha büyük bir motivasyonla gittim. İlk bölümde Kanneci’nin yine bir
milyon kere dinlediğim “Anatolian Pieces” adlı albümünde icra ettiği türküleri
icra etmesi benim için hoş bir sürpriz oldu. Sonrasında kendi güzel bir
bestesinin de olduğu “çağdaş” bir repertuar sundu. Alkışla geri döndüğünde “Capricho
arabe” adlı bir eser çaldı ki yorum bölümünde paylaşacağım, mükemmel bir eser.
Gittiğim son konser Cenk Erdoğan’ındı. O da yeni bir
albümündeki parçalardan yoğun bir icra sundu. Ben yine sıkıldım biraz. Marquez
için söylediklerim Cenk Erdoğan için de geçerli. Tek temalı veya yoğun olarak
bir temalı bir konser sıkıcı oluyor. Bu da benim için böyle oldu. Müzik
nomenklaturası beni aforoz edebilir ama ben perdesiz gitardan sıkıldım. Çoğunluğun
aksine ben perdesiz gitardan çok fazla heyecan duymuyorum. Bana biraz zorlama
bir şeymiş gibi geliyor. Çok mu iddialı oldu? Bilmiyorum. Hissiyatım böyle.
Daha fazla iddialı olmamak adına Erkan Oğur müziğiyle ilgili son yıllarda
gelişen hissiyatımı paylaşmıyorum.
Böyle…
Gitarı seviyoruz. Bana göre insana en çok yakışan müzik
aleti. Zamanım ve bütçem yettiği ölçüde etkinliklere katılacağım. İyi günler.
Etiketler: ahmet kanneci, akbank sanat gitar günleri, anatolian pieces, cenk erdoğan, eren süalp, gitar, katona twins, müzik, pablo marquez, popular classics