Benim de 2007 yılından beri yaptığım blog yazarlığı artık eskisi
kadar popüler değil.
Sebebi çok basit: İnsanlar okumayı sevmiyor. Altı, yedi tane
paragrafı olan bir yazıyı okutmak çok zor bir şey. Ben o yüzden provokatif
başlıklar, provokatif giriş cümleleri yazıyorum. Örneğin şöyle bir başlığın,
yazarın sıkı takipçileri haricinde, hiç şansı yok: Türkiye’nin Siyasi
Dinamikleri ve Acil Görevler. Maalesef “mal” bu. İnsanlar artık tvit veya keps
okuyorlar. Kepsin de kalabalık olanını değil tenha olanını tercih ediyorlar.
Blog yazılarını Türkiye’ye sevdiren kişi
acetobalsamico.blogspot.com adresinde yazılar yazan Sabah gazetesi spor yazarı
Bülent Timurlenk’tir. O zamanlar onu deli gibi takip eden bir kitleyi
oluşturuyorduk. Yaptığımız yoruma, bizi ciddiye alsın da cevap yazsın diye çok
beklerdik. Çok uzun yazan (bir handikaptır) ama Alman futbolu ile ilgili bir
numara olan Borges blog da çok iyiydi. Şu anda var olmayan, varken de aslında
var olmayan soL gazetesi için röportaj yaptığım Flying Dutchman blog da
kendisini okuttururdu.
Bütün bu futbol çılgınlığının yanında bir takım ilgi çekici
bloglar da yok değildi mesela. Bunlardan biri de Pucca Günlük idi. Nasıl anlatmalı?
Genç bir kadının genelde kadın-erkek meseleleriyle ilgili yazdığı komik, ilgi
çekici, zekice şeylerdi.
Renkli kişi ilgi çeker.
Siyasal arka planı çok da önemli değildir. Önemli değil
derken örneğin bugün bir Siyasal İslamcı asla renkli bir kişi olamaz. Sıkıcıdır.
Bir MHP’liden gerçek bir entelektüel asla çıkamaz.
Pucca siyasal olarak ileri olmadığı her halinden belli ama
yaratıcı bir yazardı hatırladığım kadarıyla.
O kadar meşhur oldu ki önce kitabı çıktı.
Sonra da bu kitabın filmini çektiler.
İşte “tiki kızın filmi” budur. “Hadi İnşallah” adlı filmden
bahsediyorum.
Bu filmi izledim.
En başından söyleyeyim, vakit kaybı olarak görüyorum.
Filmle ilgili pek söylemeye değer bir şey yok bence.
Ben tiki kız ve Türkiye sinemasındaki komedi anlayışı ile
ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.
Önce yerli komediden başlayalım.
Sinema bana göre en etkili sanat dalıdır ancak en popüler
sanat dalı olması sebebiyle –müzikle birlikte- piyasa ilişkilerine en çok bağlı
olan sanat dalıdır. Toplumun en çok ilgi gösterdiği sanat dalıdır.
Dolayısıyla, sinema toplumla karşılıklı bir ilişkiye girmiştir.
Toplum ne kadar ileriyse sinema o kadar ileridir. Toplum ne kadar ileriyse bir
üst yapı kurumu olarak egemenler onu geri çekmek için sinemayı kullanırlar. Sinema
hiç şüphesiz toplumu (veya bireyi) gerileten önemli bir araç olabilir. O kadar
sık olmasa da ilerleten bir araç da olabilir.
Bugün nitelik olarak nasıl bir Türkiye toplumu varsa o
toplumun sineması da kaliteyi yansıtır. Yerli filmlere, insanların milyonlar
halinde izlediği filmlere bir bakın Türkiye toplumunu göreceksiniz. İstisnalar gerçekten
de kaideyi bozmaz.
Bana göre Türkiye toplumunun kolektif olarak en ileri olduğu
dönem 70’lerdir. Sol ne kadar güçlüyse toplum da o kadar ileri olur. 70’lerin komedi
filmleri bu yüzden bu kadar hoşumuza gidiyor. Geçenlerde bahsettiğimiz Arzu
Film ekolünden gelen “halkçı sinema” ve türevleri bu kaliteyi yansıtır. 80’lerin
ortalarına kadar yani Türkiye toplumunu çürütme çabaları sonuç verene kadar
nitelikli komedi bir şekilde devam etmiştir.
Sonrasında ise işimiz artık iyice azalan istisnalara
kalmıştır.
Artık komedi filmleri sırtını, bir organı bir yere “koyma”
eylemine veya boşaltım sistemine dayanıyor.
70’li yılların bilimsel sosyalist olmayan ama halkçı,
toplumcu, dostlukçu, dayanışmacı filmleri gitti yerine üç kağıtçı, maço,
uyanık, iş bitirici, “koyan”, sıçan, osuran filmler ve karakterleri geldi.
Sinemada durum budur. 5000 kişinin izlediği istisnalara
takılmayalım lütfen.
Gelelim “tiki kıza”.
Kimdir tiki kız?
S harflerin telaffuz etmeyen kız mı? Napıyossuuunn diye
ikinci tekil şahıs eklerini uzatan kız mı? Bunlar sadece biçimsel özellikler ve
tam olarak tiki kızı yansıtmıyor. Bu kadar abartılı olmasa da bu konuşma
tarzına sahip genç kadınlar her toplumsallıkta görülebilir.
Tiki kız bir ideolojidir.
Biçimsel özelliklerin hepsini geçelim.
Tiki kız kendisini geliştirme kaçkınıdır. Hazıra konmacıdır.
Karnı ağrısın istemez hiç. Sorgulamak onun hayatında yoktur. Bir şeyden “sıkılıyorsa”
yedi düvel bir araya gelse ona o işi yaptıramaz. Yaptığı her şey ona müthiş
zevk vermelidir. O iş “fena sarmalıdır” yoksa hiç şansı yoktur. Bir şeyi elde
etsin de bunu için dünyanın yanmasının bile bir sakıncası yoktur. Tembellik ve
şımarıklık onun temel karakteridir. Aslında tanısak kötü bir insan değildir ama
bu haliyle zararlıdır.
Bu yazıyı böyle bitirip de iki şeyi belirtmeseydim beni
dövmeliydiniz.
Birincisi, tiki kızın tiki erkek versiyonu da vardır. Yani tikilik
(ideolojik tikilik) kızlara mahsus değildir. Erkeler de yığınsal olarak bu
tikilikten nasiplerini almışlardır.
İkincisi de tikilik bir sonuçtur. Birilerinin toplum
mühendisliğini soncunda ortaya çıkmış, arzu edilen, politik bir olgudur. 12
Eylül’ü boşuna yapmadılar. AKP Türkiye’sinde biraz Nazım’ın şiirindeki gibi
kabahatin çoğu değilse bile bir bölümü de ona aittir.
Gezi İsyanı’yla nasıl umut veren bir gençlik ortaya çıktıysa
da fazla havaya girilmemeli, gelecek çantada keklik olarak görülmemeli; bizim
görmediğimiz ulaşamadığımız mekanlarda nasıl bir gençliğin yetiştiği de merak
edilmelidir.
İyilik mutlaka kötülüğü yenecektir ama kötülük epeyce
uğraştıracaktır.
Not 1: Pucca bu tiki kızdan birkaç metre ileride bir
insandır.
Not 2: Blogları az önce kontrol ettim de dükkanı kapatmış
gibiler.
Not 3: Bir zamanlar her gün okuduğum yedi, sekiz tane; her
gün yazdığım da bir tane blog vardı.
Not 4: Esra Ceyda kardeşler tiki kızın en abartılı örneği.
Not 5: “Kocan Kadar Konuş” adlı filmle ilgili övgüler duydum
da bu filme yöneldim.
Etiketler: hadi inşallah, Sinema