Viski sever misiniz?
İbrahim Tatlıses gibi lahmacunla beraber tüketilmemesi
gereken, kişilik sahibi bir içkidir. Yudumladığınız zaman şöyle aşağılardan bir
yerlerden adrenalin salgılayan bir yapısı vardır.
Bazı içkilerin filmlerde rol kaptığı sık görülür. Özellikle
sınıfsal farklılıkları vurgulamak için şarap ve bira arasındaki sınıflar
mücadelesi filmlerde işlenir. Örneğin Jack Nicholson’ın çok bilinmeyen ama
mükemmel olan “Five Easy Pieces” adlı filminde, tersine sınıf atlayan karakterin
şarabı bırakıp bira içmeye başladığını görürüz. Fatih Akın’ın filmlerindeki alt
katmanlardan gelen karakterler yoğun bir şekilde bira içerler. Geçen hafta
yorumladığımız “Small Time Crooks” adlı Woody Allen filminde ustanın
canlandırdığı “beyin” karakteri ciks ortamlardan sıkılır, kafayı dağıtmak için
bira açar.
Bir içkinin başrolde olduğu filmler de mevcuttur. Amerikan
“bağımsız” sinemasının önemli yönetmenlerinden Alexander Payne’in “Sideways”
adlı filmi için “gömülü hazine” tamlaması cuk oturuyor. Şarap eleştirmeni
Miles’ın şarapla olan ilişkisi ve sahip olduğu paha biçilmez bir şişeye ne
yaptığını görmenizi isterim.
“Sideways”deki şarap gibi, viski de bu filmde başrolde.
Başrollerden birinde.
İngiliz sosyalist yönetmen Ken Loach’un 2012 tarihli “The
Angel’s Share/Meleklerin Payı” adlı filmden bahsediyorum.
Bu albümde de yer alan, usta sanatçının son filmi olan
“Jimmy’s Hall/Özgürlük Dansı” adlı muhteşem filmle ilgili yazımızda sanatçının
film yapmayı bıraktığını yazmıştık. Böyle haberler çıkmıştı. “Meleklerin Payı”
ile ilgili İnternette gezinirken bu haberin Loach tarafından tekzip edildiğini
gördüm. Çok iyi haber. Bir elin parmaklarını geçmeyen sosyalist yönetmen
sayısında eksilme olmayacak yani.
Dediğim gibi, yönetmenin sondan ikinci filmi “Meleklerin
Payı”nda viski başrolde. Filmin adı zaten viskiyi çağrıştırıyor. Fıçılarda
fermante olan viskilerin, her sene için, yüzde ikisi buharlaşıyormuş.
Buharlaşan bu bölüm için “meleklerin payı” diyorlarmış.
Loach’un filmlerini kabaca üç kategoriye ayırabiliriz. İlk
olarak dönem filmleri gelir. Kendi adıma, dönem filmleri benim için her zaman
maça 1-0 yenik başlarlar. Nedendir bilinmez dönem filmlerine mesafeliyimdir.
Gerçekçilik problemi yüzünden olabilir. Sonra sınıflar mücadelesinin çıplak bir
şekilde görüldüğü filmler gelir. Bunları da biliyoruz ve bu albümde önemli bir
bölümü var. Üçüncü olarak sınıflar mücadelesinin çıplak bir şekilde
gözlemlenemediği fakat Britanya adasının alt tabakalarının yaşam mücadelelerini
izlediğimiz filmler gelir. Çoğunlukla göçmenler bu filmlerin karakteridirler.
Britanya’nın yerlisi bir insanlar duygusal yakınlaşmalar yaşarlar sıklıkla.
Suçlular da bu kategorinin karakterlerindendir.
“Meleklerin Payı”ndaki Robie karakteri tam da böyle bir
karakter. Yönetmenin sıklıkla birlikte çalıştığı senarist Paul Laverty’nin
(Yağmuru Bile’nin de senaristidir) tanıştığı gerçek hayatından bir suçlu olan
Paul Brannigan oynuyor.
Hapisten şartlı salınan “sorunlu” İskoçyalı Robie’nin
partneri doğum yapmak üzeredir. Genç kadının ailesi Robie’yi etrafta istemiyor.
Robie’nin iki temel problemi var. Bir baltaya sap olamamak ve şiddet eğilimi.
Özellikle Margareth Thatcher neo-liberalizminden sonra Ada’da milyonlarla ifade
edilen bir tipolojidir bu. Mike Leigh’nin filmlerinde hep bunları görürüz.
Baba olmak, Robie’nin hayatında yeni bir başlangıç yapma
motivasyonu oluyor. Şartlı tahliye sebebiyle tanıştığı Harry karakterinin
toparlayıcı etkisi de yadsınamaz.
Loach’un bir sosyalist olduğunu söyledik. Yönetmen,
kapitalizm koşullarında, yeni bir başlangıç yapmanın ve steril bir hayat
kurmanın alt katmanlar için çok zor olduğunu düşünmektedir. Ya çok büyük bir
tesadüf ya da illegal bir faaliyet…
Loach filmlerinde illegal faaliyeti seçen karakter sık
görülür. Yönetmen bunları asla yargılamaz ve kapitalizmin sığ mantığıyla ele
almaz.
Bu filmde de tesadüf var bir de kolaylıkla
yargılayamayacağımız bir suç var.
Çok değerli bir viskiyi çalmak…
Meleklerin payı sembolizmi şimdi daha iyi anlaşılıyor
sanırım. Britanya kapitalist sistemin fırlatıp attığı bu dört karakteri melek
olarak görüyor yönetmen ve onların payını talep ediyor.
Robie ve her biri tuhaf karakterlerden oluşan ekibi, o çok
değerli viskinin peşine düşüyorlar. Yırtmak için.
Nedir yırtmak?
Robie ve ülkemizde de milyonlarla ifade edilen ezilenler
için “normal” bir hayat. Yemek, içmek, başını sokacak bir yer sahibi olmak,
yapacak bir işi olmak yani.
Bazılarımız bunlara sahibiz, bazılarımız da bunlara sahip
olmak kırk takla atmak veya ne bileyim AKP’ye oy vermek falan zorundayız.
AKP’ye bağladığımıza göre yazıyı nihayete erdirmişiz
demektir.
İyi günler.
Etiketler: Ken Loach, meleklerin payı, Sinema, the angel's share