Kurmayı en sevdiğim cümlelerden biri “Bi’ 33’lük Beck’s
alabilir miyim?” olmalı herhalde.
Kalkma vakti gelmiştir. Bir 50’lik bira fazla gelecektir.
33’lük bir bira çok iyi gidecektir. Türkiye’deki mekânlarda Efes faşizmi
vardır. Onun ve grubunun dışındaki biralar çok rağbet görmez. Beck’s için de…Bu
arada, şu Beck’s’in yazılışındaki kesme işareti beni çok zorluyor, yazının
bundan sonraki bölümünde kesme işareti kullanılmayacaktır…Becks pek aranan bir
bira olmadığı için nadir bulunur ve bulunan yerlerde de 50’lik değil 33’lük
satılır. Biraya 12 lira bayılan insan 33’lük bira yerine 50’lik bira tercih
ediyor. O yüzden son biramı çok sevdiğim bir lezzet olan Becks şeklinde
değerlendiriyorum.
Yazılara ilginç anekdotlarla başlamak iyi olur diye hazırlık
sınıfında öğrenmiştik. Sanırım biraz uzattık. Sadede gelelim:
Bugün bira içeceği ile olan münasebetimden ve genel olarak
biradan bahsedeceğim.
Ya 1992’nin ya da 1993’ün 31 Aralık günüydü…
Türkiye, liberalizme karşı tarihinin en büyük ikinci
mücadelesini verirken benim gündemim bambaşkaydı.
Daha önce babamların içki masasında, küçücük bir çocukken
bana bira uzatıldığı olmuştu. O aldığım yudumlar bende adrenalin duygusu ortaya
çıkarıyordu.
Ortaokul iki öğrencisiydim.
O senenin yılbaşı her zamanki gibi çok güzeldi.
Yılbaşlarını hep sevmişimdir.
Saatler ilerliyordu. Ben yine saat 12’yi geçince tuhaf
duygulara sarıyordum. Sanki radikal değişiklikler olmuş, birçok şey geçmişte
kalmış gibi hissediyordum. Annemi ve babamı kesiyordum bir yandan da.
Haftalardır onlara yatırım yapmıştım. O yılbaşında bira içeceğim konusunda algı
yönetimi yaratmıştım. Şişeyi alıp odama giderken onların yüzlerinde dehşet
ifadesini görmemiş olmak hoşuma gidiyordu. Ardıma bakmadım bir daha.
Şişeyi açtım.
Küçük bir bardağa koyup koyup dikiyordum. O nasıl bir
tattır, o nasıl bir adrenalindir, o nasıl bir kendini bir şey zannetmedir
anlatamam.
Dünyayı kurtarmıştım. Adımı tarihe yazmıştım. Kişisel
climax’imi yaşamıştım. Artık milli olmuştum.
Bira ile uzun yıllardır devam eden seviyeli ve tutkulu
ilişkimiz böyle başladı.
Sonra hep birayı çok seven bir insan oldum.
Rakı ile ilgili çok kötü bir tecrübem olduğu için, bir
keresinde ölmeye yaklaştığım için, rakı içermiyorum ama biraya bayılıyorum.
Uzak ara tadını en sevdiğim sıvıdır!
İkinci de çaydır.
O gün bugündür iyi bir bira içicisi oldum. İçici derken
bağımlısı değil. Ortam olduğunda veya maç izliyorsam içerim. Genelde iki tane
içerim en fazla. Üç tane de içerim ama dört ve fazlası hoşuma gitmez. Bir kasa
bira içenler var.
Birayı aç karınla içip üzerine etli bir şeyler veya makarna
yemek en sevdiğim ritüellerden biridir. Fast food’un da gideri vardır. Bira ile
ekmek birleşince hiç hoşuma gitmeyen bir tat ortaya çıkıyor bu arada.
Yanında tuzlu fıstık, cips, Gürkan gibi çubuk kraker falan
hiç aramam. Evde kızartılmış patates kızartması fena olmuyor gerçi ama bar
patates kızartmaları iğrenç oluyorlar genelde…
Peki, hangi markaları seviyorum?
Olabildiğince değişik biraları tatmak gibi bir huyum vardır.
Birçok yerli, yabancı bira tattım. Yabancı biraları bir
kenara bırakalım. Türkiye’dekilerden favorim Tuborg’dur.
Şarap ve yemek eleştirmeni Vedat Milor, Türkiye’de bira
olmadığını düşünür. Ona göre buradakiler endüstriyel arpa sularıdır. Tuborg ve
Marmara’nın “giderinin olduğunu” düşünür.
Milor’un bu yazısını okumadan önce ben de aynı şekilde
düşünüyordum. Yani Türkiye’de bira yok diye değil de en iyilerinin Tuborg ve
Marmara olduğunu düşünüyordum. Bir uzman tarafından onaylanmış oldum.
Marmara’yı öğrenciyken garibanlıktan içerdik ama ben hep bir
farklılık hissederdim. Ayrıca Marmara 70 CL’lik satıldığı için bir maça iki
bardak denk geliyor, çok iyi oluyor. Bu arada bardak da önemlidir birada benim
için. Kulplu ve düz olmalı.
Tuborg ise yıllardır favorimdir. Eskiden çok çok daha az
bulunuyorken de böyleydi.
Gerçekten Efes’e on basan bir aroması var. Üzerinde yazan “şeker
katılmamıştır” ibaresi etkili olabilir mi? Gerçekten Tuborg ve Efes arasındaki
farkı çok net idrak edebiliyorum ve Efes’i sevmiyorum. Efes içersem mutlaka
ertesi gün baş ağrısı yapıyor.
Efes’in “Özel Seri No:10” diye bir birası çıktı birkaç
yıldır. Üzerinde “şeker ilavesi yoktur” şeklinde bir yazı var. Bu biranın da
psikolojik midir nedir bilmiyorum ama “gideri” var diye düşünüyorum.
Üçüncü olarak Becks gelir benim için. Becks içerken farklı
bir etkinlik gerçekleştiriyormuşum gibi hissediyorum.
Garibanlık yıllarımızdan kalan Skol var bir de. Ancak bira
plastik şişede içilmez ki…
Bir zamanlar Efes Dark’a sarmıştım. Nadiren de olsa içerim.
Miller bana bira gibi gelmiyor. Limonata gibi bir şey.
Carlsberg de gazoz gibi geliyor.
Son olarak, yüksek alkol oranlı biralardan hoşlanmadığımı
belirtmek istiyorum. Bu biraların tatları oynanmış oluyor. Bira içmek için “amelelik”
benzetmesi kullanılır, biliyorsunuz. Bu benzetmeyi yapanlar olaya işlevsel
yaklaşırlar. Amaç güzel bir tat tatmak değil de biran önce sarhoş olmaktır. Yüksek
alkol oranlı bira içimi de benzer bir tavırdır bana göre.
Birayı sarhoş olmak için değil tadını çok sevdiğim için
içiyorum. Yeri gelmişken bir keresinde alkolsüz bira içmiştim. Alkolsüz bira,
ön liberosuz orta saha gibi bir şey olmalı herhalde. Uzak durunuz.
Biranın bir de sosyolojisi vardır.
Birayı Kürtler bulmuştur J
Biranın atası kabul edilen arpadan elde edilen sıvı M.Ö
bugün Kürdistan diye bilinen (?) coğrafyada tüketilmeye başlamıştır.
Bira gerçekten “ameleliktir”. Biranın yaygın bir şekilde
tüketilmesi kapitalizmle beraber proletarya gettolarının ortaya çıkmasıyla
başlamıştır. Avrupa için konuşuyorum: Diğer içecekler gibi özel bir hazırlık ve
yanında özel bir şey gerektirmeyen bira, işçi sınıfının içeceğidir.
Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde, ilk zamanlar
proletaryanın en büyük zevklerinden biri işten çıktığında bira içmektir. Engels’in
“İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı kitabına göre bira içmek işçi
sınıfının, kontrolsüz cinsellikle beraber çalışmak dışındaki en önemli
faaliyetlerindendir.
Dediğim gibi ucuz olması, özel bir atmosfer ve hazırlık gerektirmemesi
gibi etkenlerle bira sınıfsal bir konum almıştır.
Sayısız filmde şarap ve bira arasındaki sınıfsal çekişme
işlenir. Bira, hep alt katmanların içeceğidir. Şarap ise adı üstünde zaten
sofistike bir içkidir. Özel bir şeydir. Bira sıradandır.
Türkiye’deki mevcut durumu eskiye nazaran daha kötü
durumdadır. 70’li yıllarda kadınlı erkekli gidilen bira evleri varken, bira bir
meşrubat gibi görülürken günümüzde AKP’nin içkisizleştirme operasyonun kurbanı
olmuştur.
Çok pahalıdır bira. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar pahalı
olduğunu zannetmiyorum. Atina’da kahveden daha ucuz olduğunu gördüm. Almanya’da
sudan ucuz olduğunu bir tanıdığım söyledi. İngiltere’de de oldukça ucuzdu.
Marketlerde 5,5 lirayken, mekanlarda 10 lirayı bulmaktadır en az.
Biranın sosyolojik işlevi törpüleniyor ama insanlık
tarihinden ve bu ülke coğrafyasından da asla silinemeyecek bir içecektir.
Böyle.
Kendisini çok seviyoruz.
Cumartesi günü ŞL finalinde kendisiyle buluşacağım günü iple
çekiyorum.
Not 1: Yazı çok uzun oldu, yazım yanlışlarını kontrol
edemeyeceğim.
Not 2: En fazla bira içen halk Almanlar değil Çeklerdir.
Not 3: Almanya’da stadyumlarda bira satışı yapılır.
Not 4: Kutu bira içmem. İçecekler camda tüketilmelidir
bence.
Etiketler: bira