Böyle üç noktayla biten başlıklara hastayım. Sanki dünyanın
en derin şeyini söylüyormuş havası veriyor insana.
Neyse, yazımıza başlayalım.
Başlamadan önce, yarınki seçimlerden eğer beni seviyorsanız
AKP’ye oy vermemenizi rica ediyorum.
Artık başlayalım değil mi?
Bu resimdeki kişiyi tanıyor musunuz?
Çok az insan tanıyacaktır kendisini. Sinema yazarı Agah
Özgüç 1932 doğumludur.
Bugün katıldığım bir başka sinema eleştirmeni Atilla
Dorsay’ın söyleşisinde kendisine denk gelince fotoğraf çektirmek istedim.
Ünlülerle fotoğraf çektirmek gibi bir huyum yoktur hatta fotoğraf çektirmek
gibi bir huyum yoktur. Ama büyük saygı duyduğum bu insanı görünce fotoğraf
çektirmek istedim. Filtre kullanarak güzel görünmek gibi bir derdimiz yoktu
ikimizin de. Doğal bir fotoğraf oldu bence.
Önce Agah Özgüç ile olan maceramı sonra da Dorsay’ın
hayatımdaki yeri üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.
7 ve 25 yaşlarım arasını Türk sineması ile doldurdum
diyebilirim. Sonra da genel anlamda sinema ile.
O yıllarda şimdiki İnternet olanakları olsaydı böyle olmazdı
diye düşünüyorum. Dublajlı film izlemeyi yedi yaşından beri sevmediğim için çok
büyük oranda Türk filmlerini izlerdim. Ama ne izlemek! Neredeyse her gün bir
tane veya bazen iki tane. “Neşeli Günler” filmi şimdi başlasa ve sessize alınsa
ezbere diyaloglarını söyleyebilirim herhalde. Veya şimdi zor ama o zamanlar mutlaka yapabilirdim.
Tabi bu yoğun film izleme faaliyeti okuma yapmayla da
beraber gidiyordu.
İşte Agah Özgüç hayatıma böyle girdi. İlk okuduğum kitabı
dayımın kütüphanesinden edinmiştim. O kütüphane bana çok şeyler kattı bu arada.
“Türk Sinemasında 10 Kadın” adlı bu kitap çok hoşuma gitmişti. Sonra Özgüç’ün
hemen hemen bütün kitaplarını okudum. 1960’den beri sinema yazarlığı yapan
Özgüç bununla beraber Türkiye’nin ilk paparazzilerinden biridir. Yeşilçam
dünyasını her şeyiyle bilen bir insandır. Çok önemli bir arşivcidir.
TÜRK FİLMLERİ SÖZLÜĞÜ
En önemli eseri “Türk Filmleri Sözlüğü” adlı kitaptır.
Gerçekten saygı değer bir çalışma. 1914 yılında çekinle ve ilk yerli film kabul
edilen “Ayestefanostaki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı filmden beri burada hangi
film çekilmişse hepsini anlatan, tanıtan bir eserdir. Yıl yıl ele alır
filmleri. Bu anlamda canlı bir tarihtir.
O yıllarda Google olmadığı için filmlerle ilgili bilgi
edinemiyorsunuz. Bu kitaba ölümüne ihtiyaç duyuyordum.
Bu kitabın peşine düşmem büyük bir maceradır. Ankara’da Dost
Kitapevi vardır. Ne zaman Kızılay’a gitsem, oradaki sinema kitapları bölümüne
bakıp bu kitabın gelip gelmediğini kontrol etmek benim yıllar, yıllar boyu
yaptığım bir ritüeldir. Milli Kütüphane’de yoktu. Bilkent Üniversitesi’nin
kütüphanesinin, yılda iki milyon dolar kitap alımına ayıran kütüphanenin istek
formuna bu kitabı yazmıştım. Bir hafta sonra eve mektup gelmişti “siparişiniz
verildi” diye ama kitap bir türlü gelmiyordu.
Angelopulos’un “Eternity and a Day/Sonsuzluk ve Bir gün”
adlı İsviçre saatinde bir şiirin kayıp mısralarının peşine düşen adamın hikayesi
vardı. Bu kitap için kendimi ona benzetiyordum.
Sonra bir gün yine umutsuzca Dost Kitapevi’ne gittim ve
kitabın üçüncü cildinin geldiğini gördüm. O an çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.
Yetmez-ama-evet.
Birkaç gün sonra diğer ciltler de geldi. Birkaç sene sonra
da Google…
Sözlüğü kullanmaya pek gerek kalmadı.
İşte bu adamı bugün görünce çok mutlu oldum ve bu fotoğrafı
çektirmek istedim.
Gelelim Atilla Dorsay’a. O yıllarda hemen hemen bütün
kitaplarını okuduğum sinema yazarlarından biri de Dorsay’dır. Özellikle Türkan
Şoray için yazdığı “Sümbül Sokağın Tutsak Kadını” adlı kitabı tavsiye ederim.
Kendisine de yaptığı işlerden dolayı büyük saygı duyuyorum. O da yaklaşık 50
senedir sinema eleştirmenliği yapıyor.
Bu alemde herkesi tanıyor. Bugünkü söyleşisi Yeşilçam’ın
ünlüleri ile ilgiliydi.
Ünlü yönetmenler, oyuncular, yapımcılar,
senaristler…Hepsiyle ilgili anılarını anlattı.
İnsanların konuşma performansları dikkatimi çeker. Dorsay’ın
çok iyi ve planlıydı. Zamana dikkat eden, olaya hakim, daldan dala atlamayan
(Kubu Zekirdemiz öyle biriydi), bütünlüklü ve etkili konuşan biriydi. Eee,
aaa,ııı’larla bölmüyordu konuşmasını. Anlattıkları zaten canlı bir tarihin
aktarımıydı.
Politik olarak çok beğenmem Dorsay’ı. Liberal bir aydın
kafasındadır ama örneğin Emek sineması yıkılınca “bu yandaş Sabah’ta yazmamın
bir anlamı kalmadı” çıkışını takdir etmişimdir. Sinemaya sunduğu katkılar
benzersizdir o yüzden laf yok.
KAÇ FİLM İZLEDİNİZ?
Söyleşiden sonra kendisine bu soruyu sordum. Aslında
esnaflık yapıp iki soru sordum çünkü tek başına bu soru biraz saçma kaçacaktı.
Bir de Hitchcock ile olan görüşmesinin izlenimlerini sordum. Onu uzun uzun
anlattı. Merak ettiğim soruya ise “bilemiyorum” diye cevap verdi. Eski
kitapların birinde izlediği her filmi not defterine not ettiğini yazmıştı. Bir
yerden sonra bırakmış olmalı. Söyleşinin başında hafta on adet basın
gösterimine katıldığını söylemişti. Yılda 500 film eder bu fakat bu olanaklar,
her zaman böyle değildi elbette. Ben kaba bir hesapla 20 bin film izlemiştir
diye düşünüyorum.
20 bin film izlemek. Nefes almak, yemek, içmek, uyumak
dışında 20 bin kere yaptığımız bir şey var mı? Ya saygı duy ya terk et!
Söyleşiyle biraz da zorla götürdüğüm ünlü halk aydını, ünlü
yaşam uzmanı, ünlü edebiyat tüketicisi Kadir Taşdelen biraz sıkıldı gibi. Sonra
kendisiyle gittiğimiz Kadıköy Islama Köfteci’sindeki performans sanırım biraz
toparladı kendisini.
Böyle bir gündü.
Yarın nasıl bir gün olacak acaba?
Etiketler: agah özgüç, atilla dorsay, türk filmleri sözlüğü