İran sinemasına olan hayranlığımı uzun zamandır dile
getiriyorum. Sanırım bu konuda kısa, etkili ve nitelikli bir liste hazırlamanın
zamanı geldi. Alfabetik sıraya göre listeyi hazırladım. Afiyet olsun:
1- “A Seperation/Bir Ayrılık” (2011)
İran sinemasından tek bir isim vermem istenseydi herhalde “A
Seperation”ı verirdim. Alfabetik sırada da ilk sıraya gelmesi bir işaret mi?
Elbette değil. Hayatta “işaret” falan yok. “Hayatta ne var?” sorusunun yanıtı
büyük oranda “A Seperatin”da var.
2- “A Time for Drunken Horses/Sarhoş Atlar Zamanı” (2000)
Aslında izlediğim ilk İran filmi bu ancak İran sinemasına
eğilmem gerektiği düşüncesi bende bu filmden sonra oluşmadı. İran’ın Kürt
bölgesinde yaşam savaşı veren kaçakçıların akıl almaz dramları var bu filmde.
İran sinemasının bütününe sirayet etmiş olan naiflik bu filmde de bir yerlerde
görünüyor ama sonra kocaman gerçekler o naifliği tarumar ediyor.
3- “About Elyy/Elly Hakkında” (2009)
Bir numaradaki filmin yönetmeni Asghar Farhadi’nin bu filmi
sanki “A Seperation” için bir ısınma turu olarak görülebilir. Psikolojik dram
türünün bana göre en iyilerinden biri. Hitchcock İran’da yaşasaydı ve bir
“snob” (züppe, burnu havada) olmasaydı bu filmi çekerdi.
4- “Baran” (2001)
Hafif arabesk, hafif Kemalettin Tuğcu, hafif STV dizileri
karşımı bir tarzı olan Macid Macidi’nin en sağlam filmi. Göçmenlik (Afganistan)
ve sınıfsallık buluşunca neler olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Üstüne bir de
aşkı ekleyin.
5- “Blackboards/Kara Tahta” (2001)
Halepçe’de, katliam esnasında geçen bir film var mıdır?
Bundan başka bilmiyorum, varsa da bundan daha iyi olduğunu düşünmüyorum. Şu
IŞİD bayrağı gibi karanlık günlerde aydınlanmanın ne kadar da önemli olduğunun
altını çizen bir film olarak izlenilmemişse mutlaka izlenmeli.
6- “Bread and Flower” (1996)
İslam Devrimi öncesinde geçen bir toplumsal olayda yaşanan
adli bir vakanın arkasında, yıllara yayılan tuhaf bir aşk üçlemesi…
7- “The Circle/Daire” (2000)
Büyük sanatçı Jafar Panahi’nin kadınların hayatını özetlediği
muhtşem film: “The Circle”. Gerçekten de öyle o hapishaneden bu hapishaneye
dolaşıp duruyor kadınlar.
8- “Close-Up/Yakın Plan” (1990)
Gerçekten sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri olan
Abbas Kiarostami’nin bu filmi insanı hayret okyanusunun içine atıyor. Basit bir
dolandırıcılık hikayesinden yani bahçıvanlık işine başvurmak için kapıyı çalan
adamın yanlışlıkla yönetmen Mohsen Makhmalbaf zannedilmesi ve onun da o oyunu
kısa süre oynamaya devam etmesi üzerinden insanlığın tarihini anlatan bir filmi
çekmek bu kadar büyük bir sanatçının yapabileceği bir iş olsa gerek.
9- “The Cow/İnek” (1969)
Sahip olduğu üretim aracında kendisi ve yakın aile
bireyleriyle çalışan veya çok az sayıda işçi çalıştıran insanlar küçük burjuva
sınıfına ait bireylerdir. Küçük burjuvalar sahip oldukları üretim aracına
düşkün olurlar ve onu geliştirmek gibi özlemleri vardır. Peki bir küçük burjuva
kendisini direk olarak sahip olduğu üretim aracı zannederse yani ineği
zannederse ne olur? Çılgın bir film olur.
10- “Crimson Gold/Kanlı Elmas” (2003)
Bu liste içerisinde sınıfsal eleştirinin en yoğun olduğu
film bu. Film sadece orada kalmayıp dağlayan bir psikolojik drama da dönüşüyor.
Gerçek bir şizofrenin, bir şizofreni canlandırdığı bir film bu. Onunla birlikte
adım adım biz de gidiyoruz, o nereye gidiyorsa…
11- “The Day I Became a Woman/Kadın Olduğum Gün” (2000)
Kadının problemlerini bundan daha iyi anlatan bir film
görmedim veya çok az gördüm. Üstelik bu, büyüleyici bir tarzda anlatıyor. Daha
ne olsun?
12- “Koker Triology/Koker Üçlemesi”
Esnaflık yapıyorum ve Abbas Kiarostami’nin bu benzersiz
üçlemesini tek maddeye yerleştiriyorum. Her şey ünlü yönetmenin 1987 yılında
“Where Is the Friend’s Home/Arkadaşımın Evi Nerede?” adlı başyapıtı çekmesiyle
başlıyor. 1990 yılında filmin çekildiği bölge olan Koker’de yıkıcı bir deprem
olunca yönetmen tekrar işe koyuluyor ve film içinde film temasının en
iyilerinden birini veriyor. 1994 yılında bunu bir daha yapıyor. Yani
yaratıcılık nedir diye sorulursa herhalde budur derdim.
13- “The Mirror/Ayna” (1997)
Yaratıcılık nedir sorusuna verilecek çok yanıtım var. Bir
film izliyorsunuz. Küçük kızın annesi o gün kendisini okuldan almaya gelmemiş.
Küçük kız da otobüse binerek evine gitmeye çalışıyor. Otobüsteyken küçük kız
birden kameraya bakıyor ve sıkıldığını ve artık oyunculuk yapmayacağını
bildiriyor. Tribi yapıştırıyor. Yani bu bir filmmiş. Sonra kız takip edilmeye
başlanıyor ve insanlığın tarihi tekrar gösterilmeye başlanıyor. Nereden, nasıl
düşündün böyle bir kurguyu?
14- “Offside/Ofsayt” (2006)
İran’da maç izlemeleri yasak olan kadınlar çeşitli yollar
arıyorlar. Kılık değiştirmek bunlardan biri. Stadyuma girerken yakalanan bu
maceraperestler ve onlara göz kulak olan askerler arasında geçen film tek
kelimeyle benzersiz.
15- “Taste of Cherry/Kirazın Tadı” (1997)
İşte beni İran sinemasına eğilmem gerektiği düşüncesine iten
film. Yaşamın, umudun ve insana duyulması gereken güvenin bu kadar iyi
anlatıldığı çok az film vardır.
16- “Turtles Can Fly/Kaplumbağalar da Uçar” (2004)
Irak’a yapılan emperyalist işgalin ardından her zamanki gibi
yoksul halk büyük acılar çekmiştir. Birisinin kamerayı sırtlayıp o insanların
arasında gezindiğini düşününün. Film bu işte.