Bu yazıyı yazmak durumundayım çünkü gerek tanıdığım gerekse
de tanımadığım insanlardan Facebook yazılarım dolayısıyla övgü dolu sözler
duyuyorum. Ne, nedir ele almamız lazım. Bu durum, tesadüf eseri veya doğaçlama
ile ortaya çıkmamıştır. Önce kendi durumumu anlatacağım sonra da genel anlamda Facebook
ile ilgili düşüncelerimi söyleyeceğim.
*Yapay bir mütevazilik bence itici bir şeydir. En beğendiğim
yazar kendimim. Bir, sinek ikilisi olmadığımı düşünüyorum. Yazdığım yazıları
büyük bir keyifle iki, üç kere okuyorum. Üslubumu çok beğeniyorum. En çok kendi
düşüncelerime katılıyorum. Üniversite bu konunun eğitimini aldım ve de
neredeyse dokuz yaşından beridir de duygu ve düşüncelerimi çeşitli aygıtlarla
yazıya döküyorum zaten. Bu yani. Özeniyorum ve laf olsun diye de yazmıyorum.
*Yıllarca günlük şeklinde sonra yine yıllarca bloglarda
yazılar yazdım. Şimdi de Facebook üzerinden yazdığım yazıları insanlara
ulaştırmaya çalışıyorum. Elbette bir insan bir üretimde bulunursa onun insanlara
ulaşmasını arzu eder.
*Yazı yazarken hiç zorluk çekmiyorum. Bir başlayıp yarım
saatte yazıyorum. Zaten önceden, gün içerisinde kafamda kurgulamış oluyorum.
*2007 yıllarında sinema üzerine bir blog açtım. Orada
yaklaşık 500 tane sinema üzerine yazı yazdım. Sonra sinemayla sınırlanmak
istemedim çünkü bahsetmek istediğim başka şeyler de vardı. Spor, müzik, siyaset
ve nitelikli goygoy idi bunlar. Başka bir blog açtım ve orada da 300 yazı
birikti şimdiden.
*Blogların etkisi azaldığı için bu yazıları Facebook
üzerinden insanlara ulaştırmaya karar verdim. Yani olay bu.
*Bu yüzden yüzlerce tanımadığım insanı arkadaş olarak
ekledim. Şu anda 1700 arkadaşım var ama bunlardan sadece 200 tanesini
tanıyorum. Bu insanları ekleme sebebim dediğim gibi yazılarımı ulaştırmaktır.
Başka bir niyetim yoktur. Artık pek kimseyi eklemiyorum. Onlar beni ekliyorlar.
*İlk blogda dört sene neredeyse her gün yazı yazarak 20, 25
takipçi bulabilmiştim. Takipçi altı ayda bir denk geliyordu ve biz de gelince
ıslatıyorduk. O takipçiler de hep övgü dolu sözler sarf ediyorlardı yazılarım
için. Yani sinek ikilisi olmadığımı o zaman da biliyordum.
*Facebook’ta bu işler çok kolay (ucuz).
*Aslında Facebook’a Türkiye’de ilk üye olanlardandım. 2007
yılında üye olan ilke insanlardanım. Sonra iki üç sene sonra sıkılıp
kapatmıştım. Bir iki senelik Pause’dan sonra tekrar açmıştım. Sonra da ortalık
Flash TV’ye döndü zaten.
*İlk zamanlar böyle
değildi. Bir kere İngilizce’ydi. Çok az insan vardı ve şimdiki durumla uzaktan
yakından alakası yoktu.
*Vaktimi Facebook’ta geçiren birisi değilim kesinlikle. Öyle
bir algı var. Böyle yapmayı doğru bulmuyorum zaten. Açıkçası kim ne paylaşmış,
kim ne fotoğraf eklemiş diye pek merak etmiyorum. Yani şöyle açıp da aşağılara
doğru gitmem günde, toplamda, maksimum on dakikadır. Gün içinde aklıma bir
şeyler geliyor, onları yazıp çıkıyorum. Akıllı telefonlar sayesinde gelen
yoruma anında cevap verebiliyoruz. Bu sayede sürekli üstte görünüyorsunuz ve
sanki sürekli elde telefon gibi bir şey oluyorsunuz. Böyle biri değilim, olmak
da hiç istemem ve de olmam da. Benim merak ettiğim binlerce kitap ve film var.
Dinlemek istediğim binlerce müzik kaydı var. Değerli vaktimi sosyal medyada
harcayamam gerçekten. Siz de öyle yapmayın. Gerçekten insanların ne
yaptıklarıyla ilgilenmiyorum.
*Büyük oranda kişileri takip etmeyi bıraktım. Değerli
bulduğum sayfaları üst sıralara aldım. Sol politik kişileri takip etmeyi
bıraktım çünkü onların ne düşündüğünü biliyorum. Onlar canlarım ama sağ politik
kişileri, apolitik kişileri, anlamak istiyorum daha çok.
*Takip ettiğim sayfa konusunda oldukça seçici ve eleyiciyim.
Çünkü bana bir şeyler katan sayfaları takip etmek istiyorum. En sevdiğim sayfa
Evrim Ağacı sayfasıdır. Mükemmel iş çıkartıyorlar.
*Kendime has bir sosyal medya kullanımı geliştirmek
niyetindeyim. Değerli olduğuna inandığım düşüncelerime ve beğendiğim şeylere
insanların ilgisini çekmek istiyorum.
*Bazı çetrefilli konularda yorumlar olmamasını arzu ediyorum
çünkü ortalık karışıyor. Anlayamadığım bir şey de insanın tanımadığı biriyle
polemiğe girmesidir. Aslında anlaşılmayacak bir şey yok, bizler alengirli
işleri seviyoruz.
*Tartışma esnasında yorumları beğenerek ortalığı
kızıştırmaya çalışanlar oluyor, bence doğru değil.
*Sanal alem üzerinden hele de ilerletici olmayan polemikler
ve tartışmalar benden uzak dursun.
*Sürprizler, jestler konusunda yaratıcı olduğuma inanıyorum
ama özel günler konusunda çok kötüyümdür. Facebook üzerinden doğum günü
kutlamışlığım yok. Çok özel bazı insanların doğum günlerini o da bir iki kere
kutlamışımdır herhalde. Hikayesi olacak bir şey yapabileceksem kutlamışımdır
ayrıca. Bu sene benim de doğum günüm gözükecek. Kutlamalara cevap yazmayacağımı
buradan ilan ediyorum.
*Artık köşe yazısı ve haber paylaşmamak niyetindeyim. Çünkü
günde üç paylaşımdan fazlası bıktırıcı olabiliyor. Haberi zaten yığınla kaynak
paylaşıyor. Bu haberi aktarıp üzerine yaratıcı bir yorum yapmak daha isabetli
gibi geliyor bana. Köşe yazısını ise zaten hemen hemen hiç kimse okumuyor.
Özellikle örgütlerin çok az sayıdaki üyeleri için yazılmış yazıları paylaşmak
bana gereksiz bir şeymiş gibi geliyor. Çok yaratıcı ve fark yaratan bir yazı
varsa elbette paylaşılabilir ama bunlar neredeyse yok denecek kadar az.
*Benim durumum kısaca böyle. Şimdi genel anlamda duruma bakalım.
*Bence sosyal medya ve onun en önemli elemanlarında biri
olan Facebook, egemenlerin halka yöneltmiş olduğu bir silahtır şu anda.
*Ve de egemenler istediği sonucu almaktadırlar an
itibariyle.
*Faydasından çok zararı vardır.
*Çok büyük boyutlarda bir sığlaşma, bönleşme ve yabancılaşma
yaratmaktadır.
*Bu silah elbette tersine çevrilebilir yani sosyal medya
insanlara bilinç sağlayabilir ama şu anda görünen tam tersidir.
*O yüzden “bütün AKP’liler beni silsin”, “şunlar beni
silsin”, “bunlar beni silsin” gibi söylemleri doğru bulmuyorum. Kendine ve
paylaşımlarına güveniyorsan arkadaş listende bunların ulaşması gereken kişiler
olmalı. Böyle diyenlerin muhalif denebilecek paylaşımlar yapmasını da tuhaf
buluyorum.
*O kişiler büyük bir kötülüğün izinden gidiyorlar…Olabilir.
Zaten o kötülüğün işi bu insanları peşine takmak. O kişiler seni, senin
paylaşımlarını ve senin hayata bakış açını hiçbir yerde görmüyorlar ki…Onlara
kızmak en kolay şey (Ancak Türkiye’de son yıllarda bilinçsizliğin de bokunun
çıkarıldığına katılıyorum)
*Sosyal medya ortaya koskoca ve yeni bir yaşam tarzı çıkardı.
Herkes kendisini bir “celebrity/ünlü kişi” gibi hissediyor. Ünlü insan
açıklaması gibi açıklamalar görüyorum. Komik oluyor gerçekten.
*Oldukça yapay bir “mutluluk” bombardımanı var Facebook’ta.
Herkes mutluluk pozları takılıyor ama gayet iyi biliyoruz ki aslında bu kadar mutlu
değil bu insanlar. Şimdi çok genel bir şey söyleyeceğim: Sınıflı toplumlar;
mutsuz, tatminsiz ve kompleksli bireyler üretir sıkça. Hayat böyle iken
Facebook’ta tersini görmemiz mümkün değil zaten. Önceden insanlar istemediği
halde bayram ziyaretini gidiyordu. Buna benzetilebilir.
*İlgi çekmek de insanların sevdiği bir şey. Açıkçası ben de
severim ama bunu, emek vererek ortaya çıkardığım kendi üretimlerimle yapmak
isterim.
*İlgi çekmek adına aşırı davranışlarda görebiliyoruz.
Hastane acilinde çekin yapmak, intihar edeceğini yazmak, hesabını kapatacağını
ilan edip yorum beklemek, bir yakınının öldüğünü -gerek yokken- bildirmek gibi.
*Bir de Facebook bir hava atma mekanı. Burada ne
kastedildiğini anlıyorsunuz. Facebook’tan önce de hayat böyleydi gerçi.
İnsanlar bir takım artılarını diğerlerinin gözlerine sokmaktan zevk alırlar.
Düğünler, bayramlar, etkinlikler bunlar için platform oluyorlardı. Çok sayıda
insan ancak bu tür etkinliklerde bir araya geliyorlardı. Şimdi Facebook sayesinde
herkes her an bir arada.
*Türkiye’de Facebook veya Twitter yasaklanamaz. An
itibariyle egemenlerin işine de gelmez bu. Yeni Şafak gibi sayfanın beş milyon
beğenisi olması zaten bazı şeylerin otomatikman yasaklandığı anlamına gelir. Ancak
dediğim gibi işler tersine döner ve sosyal medya bir bilinçlenme, aydınlanma
aygıtına kişilerin kendilerini geliştirdikleri, politikleştiği bir yer haline
gelir, o zaman. Şu anda tekrar söylüyorum sosyal medya tam bir bok çukuru.
Sığlaşma üretiyor. Yeni Şafak’ın beş milyon takipçisi var.
*Sosyal medyanın çok kolay ve ucuz bir “yazılma” aracı
olduğunu daha önce belirtmiştik. Eskiye nazaran bu işler çok daha kolay. Bence
iyi oluyor. Bir takım mitler birer birer parçalanıyor. Batı toplumlarının
1960’larda yaptığı toplumsal devrimi, bizim toplumumuz dandik bir şekilde olsa
da yapıyor. Hiç olmasa daha mı iyiydi? Bir de şu var: Facebook olmasaydı da
hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı zaten.
*Sol örgütlerin sosyal medyaya daha fazla önem vermeleri
gerekiyor. Kimsenin merakını uyandırmayan, dayakla veya hatırla satılan
dergiler yerine kaynaklar buraya sevk edilmeli. Bu dergilerin arkasında ciddi
emek oluyor çünkü ama dediğim gibi kimsenin ilgisini çekmiyor. Yazık oluyor
emeklere. İnsanlar haberleri bile Halk TV’den veya İMC TV’den alıyorlar anında.
Yorum, analiz gibi şeyler ise en fazla 400 kişinin ilgisini çekiyor. Amaç etki
uyandırmaksa bir şeyler değişmeli. Yaratıcılık yoksa bulaşmamalı bir de, onu
aramaya çıkmalı.
*Yorum beğenmek bir jest ifadesi midir? Bunu yapmazsak ayıp
olur mu? Sanırım yorum beğenmek, bir de sohbeti kibar bir şekilde bitirmeye
yarıyor.
*”Dislike” butonu bir türlü gelmiyor. Youtube’da olduğunu
biliyorum ve bazı videolara nasıl da dislike gelebildiğine hayret ediyorum.
Örneğin birileri Queen’in “Bohemian Rhapsody”ye dislike yapıştırmış. Öz güvene
bak sen! Facebook’a gelirse bence işler daha da bir birine girer. İnsanların
Facebook’a girme süreleri artar.
*Toplumsal alandaki
büyük önemli değişiklikler, kendi kurallarını da dayatıyorlar. Bazı şeyleri
“beğenmek” zorundasınız. Bazı fotoğrafları koymak zorundasınız.
*Sosyal medya ve özelde Facebook yaşama baş döndürücü bir
hız kazandırdı. Bu, ilk bakışta iyi bir şey gibi görülebilir. Bir, iki metre
uzaktan bakınca aslında birçok şeyin de gümbürtüye gittiğini görüyoruz.
Özellikle politik meselelerde oluyor bu. Örneğin sokakta sizin için unutulmaz
olan, arkasında ciddi süreçler biriktirmiş bir eylem, sosyal medyada iki saatte
harcanabilmektedir. “Geçmiş” olabilmektedir.
*Katliamlar kolaylıkla unutulmaktadır. Facebook sayesinde
vicdanımız çalışmıştır, üzerine düşeni yapmıştır, hesabın sorulacağı ilan
edilmiştir ve hayat devam etmektedir…
*Böyle yazdığıma bakmayın, şu anda bunu tersine çevirecek
bir ortam göremiyorum. Kimse tekil olarak suçlanmamalı bence. İşin bokunu
çıkartanlar hariç. Nedir o? Katliamın ertesi günü aktığı alemi paylaşan
mesela…Üç gün sonra paylaşılırsa sorun yok mudur? Bilemiyorum. Dediğim gibi
önemli toplumsal gelişmeler kendi kurallarını kendisi oluşturuyor ve dayatıyor.
Bu durumu, kolektif ve coşkulu bir politikleşme süreci tersine çevirebilir. Bu
da kolay olmayacaktır.
*Facebook bir kamusal alan mıdır? Hem evet hem hayır. Evet
çünkü orada sergilediğiniz bir yaklaşımı hemen hemen tüm arkadaşlarınız ve
akrabalarınız görür. Hayır çünkü insan yalnız başına iken ve de oturduğu yerde
aslında sahip olmadığı, topluluk içinde rahatlıkla sergileyemeyeceği bir (kof)
özgüvene sahip olabiliyor. Dolayısıyla sergilenen o yaklaşım aslında doğal
olmayabiliyor. O ateşli savunuyu kalabalık bir ortamda yapabilecek miyiz? O
küsküyü yine o kişinin yüzüne bakarak yedirtebilecek miyiz?
*Etiketlemeler zaman zaman faşizan bir hal alabilmektedir.
Örneğin bazı insanlar fotoğraf çektirmeyi sevmeyebilirler. Tipsiz çıktıklarını
düşünebilirler. Bir yerde bulunduklarının bilinmesini arzu etmeyebilirler.
Bunları engellemek mümkün. Zaten birçok insan da etiketi onaya bağlamış
durumda. Kendi adıma çok elzem olmadıkça insanları etiketlemekten
hoşlanmıyorum. Önceki ismi “feyste mavi yapmak” idi.
*Konuşurken ismi ve soy ismi beraber söylemek ince ince
yayılıyor fark ediyor musunuz?
*Şu anda bizler bazı şeylerin Facebook üzerinden yapılmasını
anormal buluyoruz ama gün gelecek ve o şeyler artık anormal bulunmamaya
başlanılacak.
*Laf sokmak…Özellikle ergenlerin bayıldığını gözlemliyorum
bu davranışa. Facebook sayesinde yetişkinlerin de bir birlerine laf sokmaya ne
kadar meraklı olduğunu görüyoruz.
Şimdilik bu kadar. Belki ileride bu yazının ikincisini
yazarım.