Bu başlık artislikten atılmadı. Bir yazıya ilgi çeken ilk
unsur başlıktır. O yüzden başlıklar ilgi çekici, giderek vurucu, özgün
olmalıdır. Bazı köşe yazılarının başlığına bakıyorum, çok kötü. İlk satırı
okuduğunuzda son satırda ne diyeceği anlaşılan yazarların başlıkları da klişe
oluyor. Okumuyor doğal olarak.
Bu başlık da artislik efektiyle beslenmiş ama derdini tam
olarak anlatan, vurucu bir başlık.
O kadar artis olmaya hakkım var diye düşünüyorum. İyi kötü
bi’ “movie-buff”ım şu alemde. Eşek yüküylen film izlemişim. Google’a bakmadan
sunu hazırlayabiliyorum. Yani sinek ikilisi değilim. Yakın arkadaşlarım bilir,
gereksiz mütevazilik direkt karşımda yer alır benim. Öyle yani dostum. Hayatımı
bununla doldurdum ben, sorsan pişmanım ama “mal” bu…
Bence “Türkiye’de sinema yok” diye bir cümle kurmaya çok
yakın bir yerlerdeyiz!
Aslında Türkiye iki milyar doları aşan sinema bütçesiyle
koskoca Latin Amerika kıtası kadar bir işlem hacmine sahiptir. 30, 40 milyon
sinema bileti satılır ama işte dediğim gibi yoka yakın bir yerlerdeyiz.
Var olanlar abazan komedileri, tarihi palavralar, İslami
üfürükler, duygu sömürüsü dramlar…
Rahatlıkla “yoktur” diyemiyorsak da bunun sebebi ortalama 20
bin kişinin izlediği, bir şeyler anlatma veya gösterme derdinde olan filmler.
Bunların da hemen hemen hiçbiri devrimci bir perspektife sahip değil.
“Mal” bu işte, ne yapalım! Atsan atılmaz satsan satılmaz…Sabahın
köründe dolabı açtığında görülen eski ama tek ütülü olan gömlek gibi işte…
Türkiye’deki sinema buna benziyor. Buna sinema dememek
lazım. Yılmaz Güney hapishanede kafasından yemekler uydurup, onlara isim
takarmış. Mesela yumurta, muz, karbonat, balık kraker karıştırıp, bunun adı
“vartavit” olsun dermiş. Ben de Türkiye’de sinema olduğu düşünülen şeye
“görtfest” adının takıyorum…
Durum buyken bazı saygıdeğer çalışmalara haksızlık etmemek
lazım. Çünkü biliyoruz ki sinema yapmak çok pahalı ve dolayısıyla çok zor bir
şeydir.
Ben dış güzelliğe, iç güzellikten daha çok önem veririm.
Yani sanat eserlerinde. Şimdi bu filmi önce teknik olarak sonra da içerik
olarak ele alalım.
Teknik olarak başlarsak, Türkiye’de Zeki Demirkubuz’un
“Masumiyet”ine kadar gerçekçi dediğimiz bir film doğru dürüst yoktur.
“Masumiyet” ve Kubu Zekirdemiz sinemasının ölümcül günahının ne olduğu
konusunda çok laf ettik, burada tekrarlamayalım. Teknik anlamda, perdede
izlediğiniz şeyin hayatın içinde dolaşan bir kamera olduğu duygusuna kolay
kolay kapılmazsınız. Türkiye’de oyuncular rol keserler. Dekorlar iğretidir. Ses
tonları, kıyafetler, makyajlar, insanların birbirlerine bakışları bile yapaydır
sinemada. Buna kısaca “–mış gibi yapmak” denebilir. Anlatabiliyor muyum,
bilmiyorum ama bu gerçekçilik denen şey sizin için önemliyse (benim için çok
önemli) “görtfest”in durumu bu anlamda içler acısıdır.
“İftarlık Gazoz”un gerçekçilik konusunda durumu çok çok
kötü. Kültür Bakanlığı’ndan o kadar para almış olmasına rağmen iyi iş
çıkaramamış. Cem Yılmaz gibi her dakika toplum önünde olan süperstarlardan
sinema oyuncusu olur mu? Eğlencelik, proje filmlerden bahsediyorsak olur ama
bir karakter canlandırma konusunda süper starlar kenarda dursunlar. Gerçek
sinema sanatçısı kolay kolay röportaj bile vermemeli bana göre. Yönetmen Terence
Malick’in doğru dürüst hiç röportajı yok. Fotoğrafı bile yok. O kadar da
demiyoruz ama biraz kendisini ağırdan satmalı yani.
İç güzelliğe yani içeriğe gelelim. Orayı da beğenmedim. Bu
film politik olarak nerede duruyor? İlla bir yerde durmalı mı? Bireysel,
psikolojik dram olmadığına göre bir yerlerde duruyor olmalı.
Filmde devrimciler var. Devlet faşizmi var. 12 Eylül faşizmi
işleniyor. Zaten böyle bir tür vardır Türk sinemasında. Çoğu da bu işi hakkıyla
veremez.
Film, devrimcilerin yanında mı?
Eğer öyleyse dediğim gibi teknik kusurları göz ardı görülüp
asgari düzeyde saygıyı hak etmeli.
Filmde devrimciler ve devrim fikri bir çeşni. Etkili ama bir
çeşni.
Şu anda nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
İslamcı faşizmin iyice azıya aldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Zaten gerçek bu. Türkiye’de on milyonlarca, dinini tanımayan
esnaf inançlı var. İyi ki varlar bu arada. Böyle bir ortamda adeta arabulucu
gibi din ile ondan bunalmış kişiler arasında orta yol düzmeye çalışıyor film.
Kültür Bakanlığı’nın filmi desteklemesinin arkasında bu var.
O eski, güzel, hoşgörülü günler…
Bunlar palavra. Dini iyi bilen, onu sahiplenen insanlar
siyaset sahnesine tekrar çıkmaya ve hayallerindeki karanlık ve saçma dünyayı
dayatmak için gün sayıyorlardı. Onlara para ve ideolojik destek sağlayan
sermaye sınıfı her zamanki gibi işine gücüne bakıyordu.
O eski güzel günler böyle günlerdi ve bir daha da gelmez.
Çünkü din pazarlık yapmaz. Ne düşünüyorsun diye sormaz. Bunu yapacaksın der.
Türkiye’de hiç de esnaf olmayanlar iktidardadırlar ve her fırsatta mevzi
kazanmaktadırlar.
Yani adam “nişanlıların el ele tutuşması haramdır” dediğinde
birileri şok olunca ben gerçekten hayret ediyorum. O adam bu işin profesörü ve
hayal dünyasından sıkmıyor o skandal tavsiyeleri. Bilmiyorsunuz dininizi işte…
Bir inanç sahibi olmanın yüklediği çelişkiler o kadar
büyüktür ki esaslı bir kopuş olmadan o çelişkiler ezer sizi. Veya…Esnaf
olursunuz…
Film sizi esnaf olmaya itiyor. Hem de bir sanat eseri
olarak. Çok büyük cüret.
Not 1: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.
Not 2: Şu filmleri izleyiniz mesela, “Where is the Friend’s
Home”, “Hunger”, “Bornova Bornova”, “Taxi Driver”, “Lorna’s Silence”
Not 3: Ege köylüsü işi de bir markaya dönüştü.
Not 4: İbrahim Toy’un sinemayla ilgisi nasıl acaba?
Not 5: Sinema, Türkiye’de bir sosyalleşme aracı olarak
görülüyor çoğunlukla.
Not 6: Kesin kopuşu ben de sağlayamadım. Bu yazıyı yazarken
kapı çalındı. Bi’ tane bebe “merhaba annem lokma yapmış da” dedi ve bir şey
verdi. Bizim köylülerin “gıllor” dedikleri, başka yerlerde kömbe, kete gibi
adlarla anılan şeydi gelen. Margarin, tuz ve undan yapılan bu yiyeceğe adeta
taparım. Geçen Perşembe gece geç eve dönerken cemevinde dağıtıldığını gördüm.
İçeri girdim ve yağmaladım. Çocuğun getirdiğini de kabul ettim. Normalde bazen
kurban eti getiriyorlar ve net bir şekilde reddediyorum. Kömbeyi ısdırırım,
yalarım…(Not içerisinde not: AKP kitlesi her zamanki gibi ‘ısdırırım yalarım’
videosunu da bilmiyorlar)