2009 tarihli “Agora” adlı filmden bahsediyorum. Yönetmeni
Şilili Alejandro Amenabar. “Tez”, “Aç Gözlerini”, “İçimdeki Deniz”, “Diğerleri”
gibi başyapıta yakın filmlerin yönetmeni. Boşa kürek sallamıyor bu filmde de.
Agora ne demek? Roma şehirlerinde “meydan” işlevini gören
yerler. Bu yerlerde başat faaliyet ticaret olmakla birlikte siyaset de bu
yerlerin en önemli faaliyetlerindendi. Zaten ticaret hiç tahmin edemeyeceğiniz
kadar siyasi bir faaliyettir.
Dördüncü yüzyılda İskenderiye’deyiz. Mısır’ın İskenderiye
şehri. Büyük İskender’in adına kurulan bu şehir, dünyanın yedi harikasından
biri olan İskenderiye Feneri ile meşhur değildir sadece. Orada tarihteki en
önemli kütüphanelerden biri olan İskenderiye Kütüphanesi de vardı. 900 bin adet
kitap (rulo halinde) bulunuyordu. Bu kütüphaneyi yaktılar. Yeni yeni
palazlanmaya başlayan Hristiyanların mı yoksa halife Ömer’in mi yaktırdığı
konusunda ihtilaf vardır.
Filme göre Hristiyanlar yakıyor.
İşte bu kütüphanede Hypatia (Hipeyşa) adlı çok güçlü bir
kadın figürü vardır. Film de onun hikâyesidir.
Kütüphane bünyesindeki akademide matematik, astronomi ve
felsefe dersleri vermektedir. Bilime tutkuyla bağlıdır. Hiçbir dine
inanmamaktadır ama apolitik bile diyebileceğimiz bir hoşgörünün sahibidir.
Siyasetten arındırılmış bir bilimin ve felsefenin olamayacağını bu filmde bir
kez daha görebiliyoruz.
Hypatia ders verir. Öğrencilerinden köle Davus ve geleceğin
valisi Orestes kendisine aşıktır. Güzel ve güçlü bu kadının ilgisini erkekler çekmemektedir
veya bize öyle gösteriliyor. Filmde Hypatia aseksüel bir karakter. Zaten babası
da bir erkeğin “malı” olarak bilimden, felsefeden kopmasının adil olmayacağını
söylüyor.
Hristiyanlar dedik. Bugün Müslümanlar, “Allah İsa’ya İncil
verdi, sonra insanlar onu bozdu” dediklerinde tuhaf oluyorum. Üç büyük dinin
birbirlerinden çok farklı yapıları vardır. İslam, örgütleyicisi hayattayken
siyasi iktidarı elde etmiş bir şeydir. Örgütleyici öldükten 100 sene sonra da
imparatorluk haline gelmiştir. Bu anlamda daha “başarılıdır”. Hristiyanlığın
örgütleyicisinin kurgusal bir karakter olup olmadığı bile bugün tartışma
konusudur. Gerçek bir karakterse eğer, onun ölümünden sonra takipçileri çileli
bir yeraltı faaliyeti yaşayıp sonra da adım adım, tırnaklarıyla kazıya kazıya
iktidara yürümüşlerdir. Sonra da dünyayı fethetmişlerdir. Hristiyanlar da bu
anlamda daha “başarılıdırlar”.
Hristiyanlar elbette Roma İmparatorluğu’nun halkta yansıyan
memnuniyetsizliği üzerinden yükselmişlerdir. Her yükseliş gibi memnuniyetsizlik
+ irade…
İskenderiye’de bunları çok görmüyoruz ve hikâyenin neredeyse
sonundan başlıyoruz. Hristiyanlar artık ciddi bir toplumsal birikim yapmışlar
ve elbette ki rahat durmuyorlar. İktidar istiyorlar.
Alıyorlar da normal tarihsel seyir içinde. Hypatia gibilerin
trajedisiyle ilgileniyor film.
Hypatia siyasi mecliste söz hakkına sahip ama istenmiyor
Hristiyan odaklar tarafından. Birincisi dinsiz birisi. Kimseye bir zararı, lafı
yok ama dediğimiz gibi bunlar politik şeylerdir. Hoşgörü falan hi-ka-ye.
İstenmiyor açıkçası çünkü siyaset yapmak isteyenler için bir çıkıntı. İkinci
olarak da bilimsel faaliyetleri, bazı buluşları kutsal kitapların saçma sapan
tezlerini çürütüyor. Bu da siyaset yapılmasını engelleyen ciddi bir faktör.
Kadın olması da kendisine düşman olanların işlerini epeyce kolaylaştırıyor
doğrusu. Sınıfsal yapısı değil biyolojik yapısı kendisi için bela kaynağı
olabiliyor kolaylıkla.
Karın ağrısı, çıkıntı, baş belası Hypatia’nın başına neler
gelecek?
Filmin, tarihi İskenderiye şehrinin canlandırılması
konusunda başarılı olduğunu belirtmeliyiz. Bütün bu filmler için doğal plato
olan Malta’yı gidip görmek isterdim.
Bu filmlerin İngilizce olmaları benim en büyük
şikayetlerimdendir. Ama “mal” bu. Yapacak bir şey yok. Bir film 100 milyon dolar
bütçeye sahipse onu Amerikalılara satmak zorundasınız veya sadece Amerikalılar
bu kadar parayı verebilirler ama kendi kurallarıyla.
Neyse…
İyi günler.