Ünlü halk aydını Kadir Taşdelen’le İstanbul’un camilerini
gezmiştik ve izlenimlerimizi paylaşmıştık.
O yazıda İstanbul’un camilerinin bitmediğini ve ayrı bir gün
geziye devam edeceğimi yazmıştım. Bu etkinliği gerçekleştirdim. Başka bir gün
başka bir tarih gezisi yaptığım esnada yol üstündeki bir iki camiyi gezdim. Hepsini
topluyorum ve bu yazıyı yazıyorum.
Bazı şeyleri tekrarlamakta yarar var: Her gün duş alan,
temiz bir insanım. Akıllı, mantıklı ve bilime güvenen bir insanım. Sağ ayağımla
sol ayağım arasında hiçbir fark görmüyorum. Bakıyorum bakıyorum ve bana ikisi
de aynı gibi geliyor. İnsanları seviyorum ve onların başına iyi şeyler gelsin
istiyorum.
Başlayalım:
Üsküdar’daki camiler bitmişti. O yazıda geçmeyen ve başka
bir gün gezdiğim Şemsi Paşa Camisi de vardı. Model cami gibi bir şey. Bu arada
Mimar Sinan’ın bütün eserlerini görmek gibi bir misyon biçtim kendime.
Üsküdar’dan Kabataş’a yollandım. Burada Baylan ailesinin iyi
bir eseri var. Bezmialem Valide Sultan Camisi. Diğer ismiyle Dolmabahçe Camisi.
Gezi Direnişi esnasında “benim camimde içki içtiler” diye hakkında yalan atılan
cami. Baylan ailesinden bahsetmiştik. Osmanlı Devleti’nin en önemli
mimarlarından. Barok tarzda stilize camiler yapmışlar. İlk yazıda ismi geçen
Aksaray’daki ve ismi geçmeyen Ortaköy’deki de onların. Zaten bu üçü birbirine
benziyor. Minaresi çok estetik. İçi çok ferah. Çok iyi bir aydınlığı var. Kubbesindeki
desenler biraz daha devam edilse resim olacakmış gibi duruyor. Sanki Baylan
ailesi çaktırmadan kiliseye benzer cami yapmışlar.
Bu arada belirteyim, o gün insanlıktan çıkarcasına yürüdüm. Tıpkı
Avrupa başkentlerindeki geziler gibi.
Kabataş hattından Eminönü’ne doğru gitmekti niyetim. Bu hat
boyunca bir sürü tarihi cami görünüyordu. Hiçbirini araştırmadım. Yanlarına gidince
telefondan İnternet’e girip araştırırım diye planladım. Yol üstündeki iki
tanesinde restorasyon vardı. Sonra karşıma Kılıç Ali Paşa Camisi çıktı.
Önünde 1. Mahmut çeşmesi var ki bayağı iddialı bir yapı.
Topkapı Sarayı önündekiyle veya Üsküdar meydanındakiyle yarışır.
Kılıç Ali Paşa Camisi, Sinan’ın eseri. Yorumlarda Aya Sofya’yı
neredeyse bire bir taklit etmiş deniyor. Söylemiştik, bu camilerin hepsi Aya
Sofya’nın bire bir olmasa da benzerleri. Kılıç Ali Paşa bayağı benziyormuş. Çok
görkemli olmayan bir iç yapısı var. Sanki Sinan bunu ayaküstü yapmış gibi. Bir
kaptanı derya için bundan fazlası olamazdı diye düşünüyorum.
Bu arada ben Galata, Sirkeci, Karaköy ve Eminönü’nün toplamı
için Eminönü kelimesini kullanıyorum. Bu kadar yakın olup da bu kadar meşhur
olmuş başka başka isimlere sahip olmak ilginç değil mi?
ARAP CAMİ
Şov başlıyor. Bu Arap Camisi’nden kıllandım. Dışarıdan
bakınca basbayağı bir kiliseye benziyor ama resmi hikayesi öyle demiyor. 750’li
yıllarda bir Arap ordusu Bizans’ı kuşatmış. İstanbul’u alamamışlar ama Galata’yı
almışlar. Sonra burada bu camiyi yapmışlar. İç karışıklıklardan dolayı Suriye’ye
gitmek zorunda kalmışlar. Burası da iğrenç insanlar olan papazlar tarafından
camiye çevrilmiş. Bak şu kaka kişilerin yaptığı saygısızlığa! Sonra fetihten
sonra tekrar cami olmuş…
Bu hikayeden fena halde kıllanmıştım ve eve gidince
araştırmaya karar vermiştim. Eve gidince, evet, basbayağı binanın kiliseden
çevrilmiş cami olduğunu gördüm. Yorumlar bu şekildeydi. Hatta Ekşi Sözlük’te,
oranın restorasyonunda çalışmış birisinin yorumu bayağı ilginç. Ortaya çıkan
freskler boya, badanayla acemice ve şark kurnazlığıyla kapatılmış. Mutlaka gidilip
görülmeli.
Sonra Namlı Rumeli köftecisine gittim. Vedat Milor’a göre
Top 3’ten biri ama daha önce de Milor’a katılmadığım olmuştu. Elbette bir sinek
ikilisi değil ama benim Top 3’ümde yer almaz.
Bu arada Unkapanı köprüsü altındaki ( bu arada büyük harfle
yazıp eklerini kesme işaretiyle ayırmam gereken kelimeler var, farkındayım ama
o Shift tuşuna basmak inanılmaz zor geliyor şu anda) Sokollu Camisi’ni görmek
isyiyordum. Ne de olsa Sokollu, Osmanlının en etkili devlet adamlarından biri.
Sinan’a yaptırdığı bu cami mutlaka görülmeli. Siyaset adına çok önemli ipuçları
elde edilebilir bu caminin içinde. Maalesef bu da restorasyondaymış.
Yürüyerek Aksaray’a gittim. Yol üzerinde önemli bir mimari
eser olduğundan haberim olmayan bir cami olan Laleli Camisi’ni gördüm. Sanki
bakınca çok kısa bir süreliğine kiliseden bozma bir yapı olduğu düşünülebilir
ama bu süre çok kısa sürer. 1700’lü yıllar arayışçılığın başladığı yıllar ise
mimaride de bunun örneklerini görüyoruz ve Laleli Camisi bunun örneklerinden.
Sonra Aksaray’a vardım ve cami gezim devam etmesine rağmen orada
bir günah işledim. Bunu şimdi buradan yazmayayım. Gerek yok.
Aksaray’da metroya binip “en iyisine” doğru yollandım.
Hangisiydi o en iyisi?
Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisi’nden bahsediyorum.
Tek kelimeyle müthiş bir mimari eser. Bunu görünce Sinan’ın
bütün eserlerini görmek gerektiğini düşündüm. Adam, farklı. Her halinden belli
yani.
O kadar başarılı bir eser ki bir esnaf ateistin veya bir agnostiğin
ne bileyim bir deistin kafasını karıştırır. “Ateyizlik” takvanıza
güvenmiyorsanız uzak durun derim. Bu arada ezan okundu ve vakit namazını imamla
beraber yalnızca bir (1) kişi kıldı…
İnternet’te bir hikaye var. Sinan’ın Mihrimah Sultan’a olan
aşkı ve inanılmaz bir mimarlık dehasıyla Üsküdar’daki ve Edirnekapı’daki
camiler sayesinde bir mucize gerçekleştirdiği yazıyor. Ben bu hikayeden
kıllanmıştım. Bir mimarın padişah kızına hallenmesi mümkün değildir. Ünlü tarihçi
Kadri Taşdelen de bu hikayeyi yalanlamıştı. Ne Üsküdar’dan ne de Edirnekapı’dan
bu camiler birbirini görmüyor. Edirnekapı’da surlara çıktım yine de göremedim. Ama
biliyorsunuz aşk her zaman satar. Muhafazakar kesim için de böyle. İdeolojileri
aşkı ziplemiş olsa da sonuçta onlar da Sapiens…Balıklama atlıyorlar elbette.
Yürümeye doymamıştım. Yol üstünde Sinan’ın “çıraklık eserim”
dediği Şehzade Camisi vardı.
Hava kararmıştı. Buna rağmen “o nasıl çıraklık eseri?” diye
sordurdu. Kalfalık eseri Süleymaniye, ustalık eseri de Selimiye olanın çıraklık
eseri de bu olur doğal olarak. Gidin, görün. Adam, farklı. Boşa kürek
sallamamış. Kanuni’nin bu eseri kendisi için yaptırdığını ve yeterince görkemli
bulmadığı için o sıralar ölen bir şehzadeye adadığı yazıyor. Ne kadar doğrudur
bilinmez. Camilerin siyaset yapma yeri ve aracı olduğu ise karşımızda kabak
gibi durmaya devam ediyor.
Vezneciler’deki metor durağına doğru yollanmıştım ki Kalenderhane
Camisi çıktı karşıma. Kiliseye çevrilmiş ve şu anda faal olan camilerden biri. Tekrar
edelim: Milyarlarca inananı olan başka bir dinin ibadethanesini kendi dininin
ibadethanesine çevirmek ve bundan zevk duymak tekin bir ruh hali olmasa gerek. Hristiyanlarda
bunun çok az örneğini görüyoruz ama Müslümanlarda çok görüyoruz. Herkesi bunun
üzerine objektif bir şekilde düşünmeye davet ediyorum ama Müslümanlar nazarında
işe yaramayacağını biliyorum. Başkasına dehşet ve hüzün veren bir şey nasıl
oluyor da size “huzur” veriyor?
Uyumsuzluk konusuna değinmiştik. Uyumsuzluğun oskarı olsaydı
Aya Sofya’nın minarelerine verirdim demiştim. Dönüştürülmüş camilerdeki
mihrapları unutmuşum. Kalenderhane Camisi içinde görüyorsunuz bir kere daha. Simetriği
katleden mihraplar bunlar. Şirin falan değil. Yan duran uyumsuz bir görüntü. Büyük
bir özen verildiği belli olan simetriyi mutfağa çay koymaya gönderiyor. Aya Sofya’nın
mihrabı da (minber miydi yoksa?) uyumsuzluğun zirvelerinden biri. İnsanlığın en
önemli simetrilerinden birine sahip bir yapının orta yerine yamuk bir nesne
dikiyorsunuz ve ona bakıp “huzur” buluyorsunuz. Normal değil…
Başka bir gün gezdiğim Nurosmaniye Camisi’nden bahsetmek
istiyorum. Avrupai tarzın ilk örneği imiş. Mihrimah’a benziyor. Mihrimah’ın
ondan 200 sene önce yapıldığını ama ondan daha aydınlık olduğunu ekleyelim. Üstün
bir eser.
Camiler böyle. Bu gezileri yaptığım için memnunum. Çok şey
öğrendim. Türk sağının ne kadar mankafa ve riyakar olduğunu bir kez daha idrak
ettim. Sol çok nitelikli, aşmış falan diye iddia etmiyorum elbette ama cahillik
Türk sağının alameti farikasıdır. Bunlarla yaşamak ızdırap ama “mal” bu. Yapacak
bir şey yok. Atsan atılmazlar satsan satılmazlar. Bir gün değişecekler elbette
ve daha bir “canım” olacaklar. Bekliyorum, hadi bakalım…
Not 1: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.
Not 2: Mihrimah’ın yanında bir adam bana gönüllü rehberlik
yapmak istedi. Sulukule neresi diye sorduğumda anlattı ve Çingenelere karşı
ırkçı yaklaşımlarda bulundu. Onların Ateist olduğunu söyledi. “Şu anda bir
Ateiste yardımcı oluyorsun” deyince sessizce uzaklaştı.
Not 3: Fatih semtine bakınca derin düşüncelere dalıyorum.
Not 4: Yorum bölümündeki “Mihrimah” adlı şarkıyı dinleyiniz
lütfen.
Not 5: 12
km yürümüşüm.
Not 6: Merak ettiğim pek bir cami kalmadı.
Not 7: Camiler kadınlara kapalıdır. Net. Sonradan esnafça
paravan falan koymuşlar.
Not 8: Beşiktaş’taki Sinanpaşa Camisi, Sinan’ın en “renkli”
camisi.
Not 9: Leicester City’nin şampiyon olacağına inanıyorum.
Not 10: Resmi surların üzerinden çektim. Bundan sonra her
şeye resim diyeceğim. Fotoğraf demek için kendimi kasmayacağım.
İyi günler.