Ünlü halk aydını Kadir Taşdelen’le kültür, tarih ve
gastronomi gezilerimiz tüm hızıyla devam ediyor. Ünlü edebiyat ve tarih duayeni
bir haftalığına ilimizi ziyaret etti. Yine şehirlerarası bir seyahat yapmak
istememize rağmen teknik problemlerden dolayı İstanbul içi bir gezi düzenledik.
İstanbul’un ünlü camilerini ziyaret ettik. Uzun zamandır
aklımdaydı bu. Kadir’in gelmesi vesile oldu.
Camiler mevzusuna bir giriş yapmış olduk bu şekilde.
Evet, camilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
İnsanlar neden cami inşa ederler?
Cami gezmeyi reddeden bir anlayış olduğunu da tahmin
ediyorum. Türkiye’deki dinci, gerici ideolojiyle kavgalı olmak başka bir şey
büyük bir tarihi ve mimari değeri olan yapıları gözlemlemek başka bir şey olsa
gerek. Biz ikincisini yaptık. Yani kendi adıma konuşayım. Sağ veya sol ayağımın
hangisiyle girdiğimi fark etmedim. Temiz bir insanım, her gün duş alırım.
Akıllı, mantıklı, okumuş araştırmış bir insanım. Üç kere okuduğum tek kitap
Kuran’dır. Bilimi beğenirim…
İnsanlar neden cami dikerler? Veya siyasi iktidarlar neden
cami dikerler diye düzeltelim.
Ben, dinin öncelikle ve çoklukla siyasal sonra da kültürel bir
şey olduğunu düşünüyorum/biliyorum. Cevabım da orada. İktidarlar, camileri
milyonlarca kişi namaz kılmak istediği için değil siyaset yapmak ve kültür
üretmek için dikerler. Türkiye’deki camilerin doluluk oranları %1 bile
değildir. Zaten namaz kılmak çok usandırıcı, adrenalinsiz bir şey olsa gerek. Ama
esnaf inançlılar bunu, kendi kendilerine bile itiraf etmekten korkarlar
herhalde.
İstanbul’daki büyük ve önemli camileri, Osmanlı padişahları
siyasi şov için dikmişlerdir. Net. Siyasi şova hem ihtiyaçları vardı hem de şovunu
yaptıkları şeye yürekten bağlıydılar.
Bunlara serhatin camileri denir. Serhatin yani sultan
kelimesinin çoğulu. Şu anda Çamlıca’ya dikilen camiyi, bunların sonuncusu
olarak düşünebilirsiniz. İstanbul’da herkesin göreceği yüksek tepelere
padişahlar adına büyük camiler dikmek…Çamlıca’da, o caminin çevresinde kaç kişi
yaşıyor? Dediğim gibi mevzu bunlar değil. 2016 yılında bunun karikatürvari bir
şey olduğunu düşünebiliriz ama 20 milyon kişi öyle düşünmüyor. Orada giden
ağaçlar da umurlarında değil. Oraya bakıp kendilerinin iktidarda olduklarını düşünüyorlar.
1300 TL olan asgari ücreti çekip 200 TL’sini elden muhasebeye geri
ödediklerinde de kendilerini iktidarda hissediyorlar. Napalım “mal” bu.
Üsküdar’dan başladı gezimiz.
ÇİMEN PASTANESİ
Kadir’le yaptığımız gezilerde öylesine yemek yemeyiz. Bir
hikayesi olmalı yediklerimizin. Poğaça, simit, börek, çörek çay işlerine
bayılırım. İyilerini bulmak çok zordur. Üsküdar’daki Çimen Pastanesi’ni bu
anlamda beğenirim. Su böreği çok iyiydi. Pastanelerde poğaçaların bıçakla üçe
kesilmesinden nefret ederim. Buradaki elemanlar bunu yapmadılar. Bu konuyu
Kadir’e söylerken garson da duydu ve goygoya dahil oldu. Onayladı. Böyle bir
ayrıntıyı yakalamış olmaları hoşuma gitti. Bir de orada çikolatalı, eti pufvari
bir şey feleğimi şaşırttı.
MİHRİMİMAH SULTAN CAMİ
Mimar Sinan büyük adammış. Geçen hafta Yalçın Küçük böyle
birinin yaşamadığını iddia etti. Bilemiyorum. Türk resmi tarihinde üfürmeler o
kadar çok ki gerçek çıksa şaşırmam fakat şu gerçek ki bugün Mimar Sinan’ın
yaptığı öne sürülen eserler çok başarılı.
İnternet’te Mimar Sinan’ın Kanuni’nin kızı Mihrimah’a olan
aşkıyla ilgili bir hikaye var. Ben, bu hikâyeden kıllanıyordum. Tipik bir
menkıbeci Türk sağı üfürmesi olarak düşünmüştüm. Kadir de onayladı ve hiçbir
ciddi tarihçinin buna itibar etmediğini söyledi.
Bu menkıbeye göre Sinan, Mihrimah’a olan aşkını ifade etmek
için Üsküdar’daki bu yapıyı yapmış. Büyük bir cami değil. 2+1 75 M2 ev gibi. Halıları çok
temiz ki bu ender görülen bir şeydir. Mimaride bir uzman değilim ama
diğerlerinden farkını anlıyorsunuz. Eğer bu fark Sinan farkıysa onu da
anlıyorsunuz. Bu arada Türk sağı, Sinan’ın aslında Ermeni olduğunu bilse ne
yapar? “Yok öyle bir şey” derler muhtemelen. Geçen bir genç bana 2.
Abdülhamit’in döneminde hiç toprak kaybedilmediğini söyledi. Kıbrıs, Mısır
falan deyince de yok öyle bir şey dedi. Neyse ya!
YENİ CAMİ
Sonra Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye geldik. Bu da hep filmlerde
görülen ve piramiti andıran yapısıyla oldukça meşhur bir cami. Yapımı 60 yıl
falan sürmüş. İçi tamamen çini kaplı. Duvardan duvara çini işinin bana çok
estetik gelmediğini belirteyim. Dikkat dağıtıcı bir havası oluyor bu duvardan
duvara çini işinin. Aslında bu camiye ikinci gelişimdi. 2001 yılında İstanbul’a
gelmiştim ve o zaman da gezmiştim. 2001 yılıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
FİLİBE KÖFTECİSİ
Aslında çok aç olmamamıza rağmen Kadir Filibe Köftecisi’ne
gitmeyi çok istediğinden dolayı erken bir öğle yemeği yedik. Burası, Vedat
Milor’a göre İstanbul’un en iyisidir. Katılıyorum. Ne zaman Eminönü’ne gitsem
yerim. Yanında da mutlaka piyaz ve ayran. Isdırırım yalarım. Burası yakında
kapanıyormuş. Mal sahibiyle kirada anlaşamamışlar ve hemen köşedeki sokakta
yeni bir dükkan tutmuşlar. Böyle meşhur olacaksın da mal sahibiyle nasıl
anlaşamayacaksın? 10 bin mi diyor, sen 12 bin öner…Bilemeyiz tabi…Umarım yeni
yerini yadırgamayız. Bir de kredi kartının geçerli olmadığı mekanlara dikkat
çekmek istiyorum. Kardeşim, bu, duruş falan değildir. Türkiye’de bu duruş
işleri, adam gibi adam olma işleri gerçekten bazen saçma haller alıyor. Hesabı
kredi kartıyla ödersem oraya verdiğim değerden bir şey mi gidecek?
SÜLEYMANİYE
Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği iddia edilen yer. Sultan
Süleyman “muhteşem” sıfatını almıştır. Aslında almamıştır. O yaşarken kimse ona
Kanuni de demiyordu “muhteşem” de. Bunlar 1800’lü yıllarda siyaseten takılmış
unvanlardır. Ama camisi “muhteşem”. Gerçekten o muhteşemliği yansıtmak için
epeyce para ve emek harcandığı belli. Manzarası da çok iyi. Adamlar yemiş ama
çalışmışlar. Bu arada Sultan Süleyman’ın bu işlerden sıkıldığını ve bir dönem
Edirne’de inzivaya çekildiğini biliyor musunuz? Yeniçerler –yağmayı
sevdiklerinden dolayı- isyan çıkarmışlar ve sarayını basmışlar. Kendisine ok
tutup, ordunun başında sefere çıkmasını aksi halde onu öldüreceklerini
söylemişlerdir (kaynak Hammer). Ee, sonuç? Hiç kimse mutlak kere mutlak ve
karşı konulamaz bir iktidara sahip olamamıştır tarihte. %80 falan olan çoktur
ama.
PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİ
Balyan Ailesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu aile, son
dönem Osmanlı mimarisinin en önemli temsilcileridir. Dolmabahçe, Selimiye,
Beylerbeyi, Taşkışla, Ortaköy’deki cami falan hep bunların eserleridir. Bazen,
Ermeniler olmasa Osmanlı mimarisinin hali nic’olurdu diye düşünüyor insan.
Sonra “adamları” kesmişler. Aksaray’daki bu cami Avrupai havasıyla hemen dikkat
çeker. İddialı bir yapısı vardır. İçi de hayli renkliymiş. Kilise etkileri
bariz belli. Zaten Baylan ailesinin Osmanlı mimarisini bozduklarına dair fikirler
varmış. Neyse bu konulara meraklıysanız mutlaka görmelisiniz. Aa, ben Aya Sofya
etkisinden bahsedecektim. Neyse yazının sonuna doğru araya sıkıştırırım.
FATİH CAMİİ
Buna doğru giderken yolda karşımız çıkan Hırka-ı Şerif
Camisi’nden bahsetmeye gerek duymuyorum. Fatih Camisi…Çok önemli olayların
olduğu yer. En etkileyicisinin bu mu Süleymaniye mi olduğunu bilemiyorum. Gerçi
bu caminin depremde yıkıldığını ve 17. yüzyılda sıfırdan inşa edildiğini
biliyoruz. Not: 17., 18. yy falan denilince kaçların kastedildiğini hemencecik
idrak edemiyorum. İlk olarak serhatin camisi inşa eden Fatih demek ki. Bir de
Fatih’in son dönemlerinde Hristiyan olduğu falan yazılır. Böyle bir şey mümkün
değildir. İlk olarak devasa camiyi kendisi inşa etmiş. Peki neden Aya Sofya’ya
yakın bir yerde değil de muhtemelen o dönemde tenha olan Fatih bölgesine inşa
ettirmiş? Orasının sefere çıkılan yol olduğu için muhtemelen. Bir de denizden,
tam olarak Aya Sofya’nın karşısında adeta ona meydan okurcasına görülsün
diyedir belki. Malum hepsi siyasi mesaj…Sonradan monradan inşa edilmiş ama çok
görkemli olduğunu tekrar ekleyelim. Bir de yeniçeriler isyan etmeden önce bunun
avlusunda toplanırlardı…
YAVUZ SULTAN SELİM CAMİ
Fatih Camisi’ne yürüme mesafesinde olan bu cami en az
görkemli olanı. Fil ayağı krişleri yok. Eti puf gibi bir şey. Camiyi Selim
değil Kanuni yaptırmış. Bilerek azıcık görkemli yaptırmış diye yorumlar okudum.
Bilemeyiz. Özgüven problemi çekmeyen herkeste ego vardır. Bir yükseliş dönemi
padişahında da dünyalar kadar vardır herhalde. Öyle işte.
Merak ettiğim az cami kaldı. Haftaya Kabataş’ta inip
Eminönü’ne kadar yürüyüp yol üzerindekilere bakacağım. Sonra Sokullu camisi,
Piyalepaşa ve Edirnekapı’daki Mihrimah’a uğrarım. Sinan’ın çıraklık dönemi
eseri Şehzade camisini de gezer bir daha da ömrüm boyunca camiye gitmem
herhalde diye düşünüyorum.
Bu arada gördüklerim içinde en “iyisi” hiç tartışmasız
Selimiye idi. Herhalde herkes de öyle düşünür.
AYA SOFYA ETKİSİ
Aslında bu camilerin her biri Aya Sofya’nın birer taklidi.
Küçük kubbeler üzerine büyük kubbe iliştirme işinin en görkemlisini Aya
Sofya’da görürüz. Yorum bölümünde paylaşacağım belgeseli vakit bulursanız
izleyin derim. Türkler İstanbul’u fethetmeden önce Selçuklu mimarisi etkisi
altındadırlar. Bursa’daki Ulu Cami ve Edirne’deki Eski Cami bunun tipik
örnekleridir. İstanbul’dan sonra kubbe işine girerler. Aya Sofya’yı geçmek
isterler. Aya Sofya’yı yaptıran Konstantin “seni geçtim Süleyman” diye bağırır
(Kudüs’teki Süleyman’ın bir yapısını kasteder.) Bu işler böyle. Özgün eserler
bence daha değerli. Ay Sofya, 1500 yıldır var. Bir Latin istilası bir de Türk
fethi geçirmiş. Bu camiler ise 600 yıldır varlar. İstila falan da olmaz artık.
Çok iyi korunurlar. Aya Sofya, farklı bir değerlendirilmeye tabi tutulmalı
bence. Atatürk’ün en beğendiğim işlerinden biridir, Aya Sofya’yı müze yapmak
ama dinciler rahat durmuyorlar.
Aya Sofya’nın camiye çevrilmesinden haz alan, gurur duyan
bir zihniyet bence rahatsız bir zihniyettir. Milyarlarca insanı rencide
etmekten, hüzünlendirmekten zevk alınması nasıl bir ruh halidir? Aya Sofya’daki
minarelerden daha uyumsuz bir görüntü zor bulunur herhalde. Olmamışlığın oskarı
diye bir şey olsaydı, Aya Sofya’nın minarelerine verirdim herhalde.
Böyle düşünüyorum.
Sonra gün bitti. Kadir’e söz verdim: Top sakallarının çok
yakıştığını yazacaktım. Sonra film gösterimine gittik. Yani ben gittim, o Real
Madrid-Fenerbahçe basket maçını izlemek üzere eve gitti. Sonra ben gelip Real
Madrid-Volsburg maçını açtım. Ben film gösterimindeyken Kadir bir varil soda içmişti.
Yorulduğu için hemen yattı, uyudu. Ertesi sabah okula giderken Murat Bekar’ı da
alınca tıpkı eski günlerdeki gibi goygoy yaptık.
Böyle bir gündü işte.
Nitelikli goygoy, tarihi kültürel notlar, Türk sağına ince
ince gömmeler…Hepsi bu yazıdaydı. Okuduğunuz için teşekkür ederim. sçöjdb
İyi günler.
Not 1: Murat Bekar mısır ekmeğini kek zannetti.
Not 2: Kabataş Bağcılar tramvayı en konforsuz metrosu
İstanbul’un.
Not 3: Yazıda bahsi geçen genç, Sultanahmet’teki Wilhelm
Çeşmesi’nin hikayesini de beğenmedi.
Not 4: İslam’da resim ve heykelin yasak olması büyük
eksiklik. Yasak değil diyenler beni silsinler.
Not 5: Başka bir gün gezdiğim Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camisi
(Sinan), İzmir saat kulesinin yanındaki caminin konseptine sahip.
Not 6: Altunizade’de plaza gibi bir cami yapmışlar.
Not 7: St. Pietro kilisesi fenaydı. Gördüm onu, havamı
atayım. Bir de Sofya’daki Aleksander Nevski katedrali fenaydı.
Not 8: Çayı dökmeden merdivenlerden koşarak inebiliyorum.
Not 9: Alet çantası sahibi olmak hayatta fark yaratan bir
şeydir.
Not 10: Şampiyonlar Ligi’ni üst üste iki kere kazanan son
takım Milan’dır. 1989, 1990.
Not 11: İbrahim Toy, muhtemelen tarih gezilerinden sıkılır.
Not 12: Şu cümleyi tekrarlamak istiyorum: Olmamışlığın
oskarı diye bir şey olsaydı, Aya Sofya’nın minarelerine verirdim herhalde.
Sonradan akla gelen şey: Kadir’le Cağaloğlu’ndaki
kitapçılara da gittik. Gerçekten orada kitaplar ucuza bulunuyormuş. Ben
ucuzlukları takip eden, hesaplı, kitaplı bir insan olmadım hiçbir zaman.
Etiketlere bakmam, para üstü saymam. Doğru değil tabi. Kitabı da İnternet’ten
alırım ama bundan sonra oraya ara ara uğrarım. Teşekkürler ünlü duayen…Bu arada
orada gayet ucuza aldığım ve şu anda okumadan bile beni heyecanlandıran bir
kitap olan Daniel Liebarman’ın “İnsan Vücudunun Öyküsü: Hastalık, Sağlık ve
Evrim” adlı kitabı bana tavsiye eden Mehmet Turgut’a da ayrıca teşekkür ederim.
Fırat Eren Kaplan, şampiyon olamayacaksınız…
Etiketler: kadir taşdelen, kişiler