Giriş Notu: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim. Ayrıca
fotoğraf yerine bilinçli bir şekilde resim demeye karar verdim. Bir de alakasız
ama ekleyeyim, bundan sonra sağlıklı yaşam diye çok kasmayacağım, sadece kilo
almayacağım…
Geçtiğimiz günlerde, sinema atölyesinde “Kemal Sunal
Sineması”nı ele aldık. O etkinliğin notlarını derleyip, toparlayarak, uzun
zamandır aklımda olan bu yazıyı yazayım dedim.
Bu yazı, Kemal Sunal’a ait önemli biyografik bilgilerle
beraber onun perdede yaptıklarının toplumsal alandaki yansımalarını ele alacak
veya toplumsal alanda yaşanılanların onun sinemasındaki yansımalarını ele
alacak.
Kemal Sunal sineması dedim ama ben sinemasın yönetmen sanatı
olduğunu düşünüyorum. Kemal Sunal bir toplumsal vaka haline geldiği için onu ele
alıyorum. Tıpkı daha önce Türkan Şoray için yaptığım gibi. Bu arada Türk
sinemasında toplumsal vaka haline gelen dört oyuncu olduğunu düşünüyorum:
Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Kemal Sunal ve de Müjde Ar. Başka büyük starlar da
vardır ama bu dört isim sosyo-politik yansımaları olan veya bir takım
sosyo-politik özellikleri yansıtmış oyunculardır bana göre.
Bu yazı, daha önce Neşet Ertaş, Orhan Gencebay ve Türkan
Şoray ile ilgili yazdığım yazılara benzeyecek. Bu “süperstarlar” neden süperstar
olmuşlardır? Aynı yeterlilikte (Gencebay’ın müzikal yeteneği ayrı tutulmalı) bir
sürü eleman olmasına rağmen neden bunlar süperstar olmuşlardır? Birincisi,
yabana atılmaması gereken benzersiz yetenekleri (Türkan Şoray’a tedbirli
yaklaşırım bu konuda). İkincisi, tarihte önemi bana göre hep küçümsenen tesadüf
olgusu. Üçüncüsü ve belki de en belirleyici olanı, topluma egemen olan bir
takım kesimlerin bazı örtülü çıkarlarına denk düşecek işler yapmaları.
Dördüncüsü de etkilendikleri toplumu etkileme becerisini de
gösterebilmeleridir.
Kemal Sunal bu dört işi de yapmıştır ve bir fenomen
olmuştur. Nasıl? Hayatına bakalım.
1944 İstanbul doğumlu. Malatyalı bir emekçi ailenin çocuğu.
Alevi değil. İleride değineceğiz de bence apolitik bir insan. Liseyi 11 yılda
bitiriyor. Kendi ifadesiyle “tembellikten değil”. Beraber hareket ettikleri bir
grubu var. O grup geçelim diye karar alıyormuş veya kalalım diye. İnanırsanız
artık.
Lisede tiyatroyla ilgileniyor. Sonra yolu Ertem Eğilmez’le
kesişiyor. Ertem Eğilmez yani Arzu Film ekolünün sahibi. Kalabalık kadrolu
aile/mahalle filmlerinden Türkiye’ye özgü, bir çeşit “halk sineması” yaratan ve
bunda da başarılı olan adam. Kemal Sunal, bu ekolden çıkan en büyük iştir ve
başarısını Ertem Eğilmez’in onu hamur gibi yoğurmasına borçludur büyük oranda.
Sinemaya geçince doğal olarak star olma olanağı ortaya
çıktığı için tiyatroyu bırakmıştır. Adım adım başrole, giderek de fenomenliğe
yükselmiştir. Neydi tezimiz? Çok az sanatçı 20 yıldan fazla tepelerde
kalabiliyor. Kemal Sunal’ın, 1975 Hababam Sınıfı ile başlayan zirve hikayesi
1985’te falan sinemanın ölmesiyle sona eriyor. Aslında krallığı 10 sene
sürüyor. 1993 - 2003 (diyelim) yılları arasındaki özel televizyonlardaki
krallığı esnasında aslında bir şey yapmamıştır ve bu anlamda eşi benzeri
olmayan bir iktidar öyküsüdür bu. Evinde oturarak ve de hiçbir şey yapmayarak
ülkeyi yönetmiştir.
Kemal Sunal filmlerinde kabaca bir takım ortak noktalar
bulunabilir. Yazının son bölümünde, onun sinemasını yönetmenlere göre
değerlendireceğiz ve asıl farkı orada göreceğiz ancak dediğim gibi flu da olsa
bir takım ortak özellikler görülür.
Hababam Sınıfı’ndaki Şaban karakteri üzerine yapışmıştır ve
birçok filmde bu isim karşımıza çıkmaktadır. O halde soralım, nedir Şaban’ın
özelliği? Şaban’ı en iyi tarif edecek sıfatın uyanıklık olduğunu düşünüyorum
fakat bu uyanıklık “yüce” bir uyanıklık değil. Saftirik ve hafiften üçkâğıtçı
bir uyanıklıktan bahsedebiliriz. Tesadüf eseri problemleri çözmek, işleri
berbat etmek, başarısız kaos yönetimi, Çin’e bulgura gitmek varken, midyatta
pirinç ağacı dikmek falan…Sonunda kazanmasa da kazanmış gibi görünür Şaban.
Çoğu zaman başladığı noktaya geri gelebilmek onun için tarihi bir başarıdır.
Bir cinsiyetçidir Şaban. “Seni orospu seni” diyerek yaklaşır kadınlara. Adama
bilezik gibi geçirir, karının üstüne ceketi atsa hamile bırakır. Halkçı bir
damarı her filminde vardır. Karşısında mutlaka bir tiran, zorba vardır. Bu
tiranla politik bir şekilde mücadele etmez de onu salak tesadüfler sonucunda
“madara” eder. Hababam Sınıfı Tatilde’de, kız grubu bir gammazcı ararken onu
çok iyi tarif eder: “Önce salak olmalı. Kaypak olmalı. Menfaatçi olmalı. Aynı
zamanda kalleş olmalı. Kadınlara zaafı olmalı. Hain olmalı, arkadaşlarını
satabilmeli. Hayvanın teki olmalı.” Bu kadar da değil ama Şaban karakterinin
erdemden fazlaca nasibini almadığı bir gerçektir.
Burada bir ipucu yakalıyoruz işte. Anlatı sanatı için Klasik
Yunan tiyatrosundan günümüze işleyen bir temel kural vardır. Bir seyirciye
kendisini veya olmayı arzu ettiği kişiyi gösterirseniz eseriniz ilgi çeker.
Türkiye toplumunun Şaban’ı bu kadar tutmasının sebebi biraz da budur.
1970’lerde sol değerlerdeki yükseliş; Türkiye toplumunun açıkça çok da
bilmediği şeyler olan mücadele etmek, bedel ödemek, fedakarlık yapmak,
otoritenin karşısına dikilmek gibi şeyleri toplumsal yapıya yerleştirdi. Biraz
da moda/furya şeklinde oldu bu ama oldu. 1975’lerle, MC hükümetleriyle beraber
devlet müdahale etmeye başladı ve 12 Eylül sonrasındaki Özal yılları bunları
ezdi geçti. Bence Türkiye toplumu, bu dönemde Şaban’da hem kendisini hem de
olmak istediğini gördü. Fenomenliğe giden yol çokça böyle döşendi. Şaban’ın
üçkağıtçılığı egemenlerin örtük çıkarlarıyla kesişti.
Kemal Sunal’ın, sinemada bir şeyler yapma idealleri olan
birisi olduğuna inanmıyorum. Bazı filmlerinde olduğu gibi, onu bir proje olarak
ele aldılar ve parlattılar. O da “ne iş olsa yaparım abi” modundaydı. Ertem
Eğilmez Şaban fenomenini, sınırları belirlenmemiş bir şekilde ortaya çıkardı ve
vitrine koydu. Sonra vitrine bakan bazı yapımcılar onu aldılar ve istedikleri
gibi kullandılar. Şark Bülbülü veya Çöpçüler Kralı filmlerini hatırlayınız.
Kemal Sunal sinemasının yönetmenlere göre incelemenin daha sağlıklı olacağını
düşünüyorum. Çünkü bu yönetmenler bir anlayışa sahiptiler ve her biri kendi
Şaban’ını bu anlayış çerçevesinde ortaya koymuştur. Bunlar birbirlerinde keskin
çizgilerle ayrılan anlayışlar değildir kesinlikle. Geçişkenlik barındırırlar.
Kemal Sunal’ın en politik, en eli yüzü düzgün filmi olan Düttürü Dünya’da aynaya
bakıp “eşşol’eşşek” demesi gibi.
Önce Atıf Yılmaz’la başlayalım. Solcu Deniz Türkali’nin eşi
(Vedat Türkali’nin kızı, Zeynep Casalini’nin annesi) Atıf Yılmaz bu sayede
bayağı soldan bakmaktadır hayata. Kemal Sunal’ın en politik filmleri Zeki
Ökten’le beraber Atıf Yılmaz’la olmuştur. Sınıfsal bir başkaldırı demekte bir
sakınca görmediğimiz Kibar Feyzo onundur. Faşo Ağa’ya karşı Şaban stayla
mücadele eder Feyzo. Köşeyi Dönen Adam’da zayıf da olsa bir Amerikan
emperyalizmi eleştirisi ve proleter bilinçlenme vardır. 1 Mayıs’a katılır Adem.
Salako’da da “arkaik” bir feodalizm eleştirisi görürüz. İbo ile Güllüşah’da pek
bir politik eleştiri yoktur. İlla da bulacağım diyenler, filmde, tüketim
kültürünün, yoz kent değerlerinin zayıf eleştirisini bulabilirler.
Zeki Ökten’le de politik filmler yapmıştır. Zeki Ökten,
Sürü’yü çekmeden önce çok da politik bir yönetmen değildi. 1975’lerde çekilen
Şaşkın Damat ve Hanzo’yu geçiyoruz. Hanzo’da Sapiens’in eleştirisi aramak
abartılı olacaktır J Kapıcılar Kralı’nda (Kemal Sunal’ın ödül aldığı tek
filmdir) Özal insanını görürüz. Bireyci, çıkarcı, işini bilen tip yavaş yavaş
kendisini göstermeye başlar. Çöpçüler Kralı’ndaki politik eleştiriler çok da
belirgin değildir ama vardır. Asıl 80’lerde çekilen Yoksul ve Düttürü Dünya’ya
dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Özal dönemi masadadır işte. İncele ve eleştir.
Çok sağlam iki filmdir bana göre.
Natuk Baytan’ı tanır mısınız? Çoğu kişi hayır diyecektir.
Kemal Sunal’ın yürürken hareketli kameradan takip ettiğimiz filmler desem.
Natuk Baytan filmlerinde politik eleştiri yoktur. Bu arada olması da şart
değil, belirteyim. Benzersiz bir absürtlük vardır Baytan filmlerinde.
Karakterler, olaylar, kurgu hatta karakterlerin isimleri bile absürttür. Sahte
Kabadayı, Sakar Şakir, Korkusuz Korkak, Yedi Bela Hüsnü, Avanak Apti desem
demek istediğimi anlarsınız.
Kartal Tibet’ten de bahsetmemiz gerekecektir. 70’lerdeki
Tosun Paşa, Şark Bülbülü gibi filmlerden değil de 80’li yıllarda video piyasası
için çekilen kalitesiz ve de güldürmeyen Şaban filmlerini anmalıyız. Ortadirek
Şaban, Şendul Şaban, Sosyete Şaban gibi hüzünlü filmlerden bahsediyorum. Neden
hüzünlü? Çünkü bir devirin kapandığını, bir sanatçının artık uzatmaları
oynadığını hissettirir bu filmler. Neşet Ertaş’ın son yıllarındaki ölüm ve öbür
dünya temalı türküleri gibi veya Sezen Aksu’nun bet sesiyle söylemeye çalıştığı
kötü besteler gibi. Alfred Hitchcock’un Frenzy filmi gibi. Sinema değişiyor,
toplum değişiyor, ekonomi değişiyor ama Şaban’ın aynı kalması isteniyor.
Fiziksel olarak da iyice yaşlanan, kilo aldığı için yüzündeki at suratlık
kaybolan Şaban’ı bu halde görmek insanı hüzünlendiriyor. Kemal Sunal’ın
fiziğindeki deformasyonların onun en önemli sermayesi olduğunu söylemeyi
unuttuk bu arada.
Osman Fahir Seden de Kemal Sunal’la birçok film çekmiştir.
100 Numaralı Adam, Bekçiler Kralı, Dokunmayın Şabanıma, İyi Aile Çocuğu adlı
filmleri izleyenler, esnafça bir hamleyle Kemal Sunal’ı kullanan yönetmenlerin
bütün yaklaşımlarının tek bir potada eritildiğini fark edeceklerdir.
Şaban’la ilgili düşüncelerim böyle. Kendisini çok severim ve
günümüzdeki bazı sanatçı müsveddeleriyle karşılaştırılamayacak kadar düzgün bir
insan olduğunu düşünürüm. Sanırım sinema gibi paranın en önemli belirleyen
olduğu bir sanat dalında çok büyük sanatçı bulmak çok zor. O özel televizyonlar
döneminde her filmini 1000 kere falan izlemişimdir. Birkaç kitap da okudum
kendisiyle ilgili. Master tezinde “TV’de ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü”
şeklinde kendisini değerlendirdiğini ekleyelim. Bu kitabı okumayı düşünüyorum
ama kendisi ve sinemasını sağlıklı bir şekilde değerlendirecek entelektüel
birikimden yoksun olduğunu düşünüyorum. Bakalım bakalım.
“Prensibimiz az iş çok laf.” J