Ünlü yönetmen Atıf Yılmaz’la ilgili ne düşünüyorsunuz?
5 Mayıs 2006’da ölmüş. Gerçek adı, Yılmaz Batıbeki.
Bugün kendisinden ve sinemasından bahsedeceğiz.
Atıf Yılmaz 110 adet film yönetmiştir. Tekrarlıyorum: 110 adet film
yönetmiştir. Akıl, mantık dışı bir şeydir bu. Dokuz albüm yapan Hüseyin
Turan (severim) “best of” albümü yaparken, Atıf Yılmaz, bu emekle
kendisine yeni bir cumhuriyet kursaydı yeriydi.
Bu arada Türk
sinemasında 100+ film çeken çok yönetmen vardır. Rekor, hala hayatta
olan Ülkü Erakalın’a ait: 157. Yücel Uçanoğlu: 143, Osman F. Seden: 136,
Çetin İnanç: 134 (Dünyayı Kurtaran Adam, 10 film sayılmalı!!!)…Liste
böyle gidiyor.
İlginç bir rekor da Safa Önal’a ait. 1957-1996
yılları arasında yani 40 yıl boyunca 395 adet senaryo yazmıştır. Yani
yılda 10 senaryo. Neredeyse her ay bir senaryo…Akıl alır gibi değil.
Gerçi bu senaryoların 200’ü birbirne çok benzeyen zengin kız-fakir oğlan
(or vice versa) hikayeleri ama bunları teknik bir şekilde, derli toplu
yazmak da çok zor bir şey olsa gerek.
Türk sinemasının bu
inanılmaz rakamlarını, 60’lı ve 70’li yıllardaki “abartmaya” borçluyuz.
Abartmak ve sosyolojiye kendisini sorgulatmak, Anadolu insanının çok
sevdiği ve sık sık bağvurduğu bir şeydir.
Bu ortamda Atıf Yılmaz
gibi bir yönetmen yetişti. Kendisini önemli ve değerli buluyorum.
Yaratıcı buluyorum ve beğeniyorum. O yüzden bu yazıyı yazıyorum zaten.
Türk sinemasından bahsederken, 1997 tarihli “Masumiyet”i; kendi adıma, kabaca, bir dönüm noktası olarak kabul ederim.
Bir filmde en önem verdiğim nokta olan “gerçekçilik”, kabaca, bu filmle
başlamıştır. Yani perdede izlediğiniz şeyin az ötede, bir yerlerde
olabileceğine inanıyor musunuz? Böyle tiplerle, böyle makyajlarla, böyle
kıyafetlerle birileri bu cümleleri kurabilir mi? Yoksa stüdyoda prova
yapmış ve boyanmış insanlar rol mü kesiyorlar? Normal hayatta olmayacak
şeyleri mi göstermeye çalışıyorlar?
Hele bir de toplumcu olursa
tadından yenmezler ama bu şart değildir. Toplum karşıtı (ZD) olmasınlar
da toplumcu da olmasalar olur.
Benim tercihim bu yönde. Öbür
türlüsüne tümüyle kapıları kapatmış değilim ama beni bu filmler
büyülüyor. Elbette yaratıcılık sadece bir şekilde ortaya çıkmaz. Yartıcı
bulduğum filmlere her daim varım.
“Masumiyet” gerçekçiliğin, kabaca, başladığı filmdir.
Atıf Yılmaz, 1997’de yaklaşık 10 yıldır patinaj yapıyordu. (Neydi
teorimiz? Sanatçılar genellikle 20 sene yaratıcı olabiliyorlar.)
Yani onun zirve yaptığı yıllar; teknik olarak oldukça eksikli, sinema anlayışı olarak da gelişmemiş yıllardı.
Yaratıcılık yoktan var edilemez. Vardır ve motivasyonla geliştirilebilir. Yoksa yoktur.
Atıf Yılmaz’da yaratıcılık fazlasıyla vardır. 1997-10=1987. E, bir de
sanatçıların (genellikle) 20 sene iş yaptıklarını düşünüyorduk, yani
1987-20=1967…1967-1987 yılları arası hep döneminin ilerisinde bir sinema
yapmıştır.
Kısaca hayatından bahsedeceksek, 1925 Mersin doğumlu.
Kısa bir süre Hukuk ve Güzel Sanatlar Akademisi serüveni var. Yani
resim de yapıyor. İlk filmini 1951 yılında (Mezarımı Taştan Oyun), son
filmini 2004 yılında (Eğreti Gelin) çekiyor.
Kendisine “kadın filmlerinin usta yönetmeni” denir.
Bu ünvanı 80’li yıllarda almıştır.
Kariyerini 10’lu yıllar şeklinde inceleyelim. Türkiye’nin 20. yy
tarihi, ilginç bir şekilde, 10’lu yıllara iyi oturur. Yani her 10 yılda
bir yeni bir toplumsal doku, toplumsal yönelim, politik belirlenim,
politik atmosfer, üretim modeli olmuştur. Bir iki yıllık sapmalar
olmakla birlikte, “kabaca”dan daha hallice bir şekilde bu, böyledir.
Sanat da bundan nasibini almıştır elbette.
50’li yılları kısa
geçmemiz gerekecek. O dönemin, esnaf, şablon filmlerini çeker Atıf
Yılmaz. Bunlardan bir, iki tane izlemişimdir. Ancak, kitaplarda, bu
dönemden olup da iz bırakan, farklılık yaratan, dikkat çeken bir filmine
rastlamıyoruz.
50’li yılların sonunda Yılmaz Güney’le
tanışmıştır Atıf Yılmaz. Bir de Vedat Türkali’yle. Demek ki sol
çevrelerle ilişkiye geçmiştir. Bu ilişki, henüz filmlerine renk
çalmaktan uzaktır. Yılda dört, beş sabun köpüğü filmi çeken birisi
olmuştur. Esnaf Yeşilçam filmlerinin aranan yönetmenidir.Sık sık
çalıştığı Türkan Şoray’a aşık olduğunu biyografisinde itiraf etmiştir.
60’lı yılların politik değişimleri onu da tabi ki herkes gibi etkilemeye
başlamıştır. İstanbul, 50 yıldır bir milyon kişi olmaktan çıkıp nüfus
olarak katlanmaya başlamıştır.
Büyükşehirlerde emekçi gettoları oluşmaya
başlamış, buralara birileri sol siyaset taşımaya başlamıştır. Birileri
de lümpenlik ve muhafazakarlık taşımaya başlamıştır ama sanki sol
üstünlük sağlayacak gibidir. Böyle bir ortamda, böyle arkadaşlarla 70’li
yıllara uzanır Atıf Yılmaz.
Sanatçının (genellikle) 20 yıl iş
yaptığına inanıyorsam eğer, Atıf Yılmaz için bu süreyi 1970’te
başlatırım. Zirve başlamıştır Atıf Yılmaz için. Filmleri yavaş yavaş
politikleşmeye başlamıştır. Yaratıcılık, farklılık kendisini yavaş yavaş
göstermeye başlamıştır. Türkan Şoray’la Kadir İnanır’ın ilk filmleri
olan “Kara Gözlüm”ü düşünün. Tipik bir “farklı dünyanların insanları
aşkı” filmidir ama bir farklılık vardır. Farklı dünyaların insanları
filmlerinde çoğunlukla insanlar birleştirilir ama alabildiğine yapay bir
şekilde. “250 gram karides verir misin, kara gözlüm?” Bu filmde,
birleşen insanlar için içinizden “oh be, ne iyi oldu” dersiniz. Fark
yaratmak budur işte. “Güllü”ler vardır falan.
1974 yılında
çektiği “Salako”ya gelelim. Kemal Sunal’la ilgili yazımda Atıf Yılmaz’la
olan ilişkisinden bahsetmiştim. “Salako” epeyce solcu bir filmdir. Çok
ritmli midir? Olmayabilir ama Atıf Yılmaz’ın nerelere yöneldiğini bize
göstermesi açısından önemlidir. Bu arada esnaf filmler de yok olmuş
değildir çünkü para kazanması gerekmektedir. “Salako”dan başlayarak, 12
Eylül’e kadar komedi ve popüler televizyon kişiliklerle, sosyal içerikli
filmlerde görürüz kendisini. Bu arada Atıf Yılmaz’ın mizah duygusunun
çok gelişkin olduğunu belirtmek istiyorum.Onu tanıyan herkes böyle der
zaten.
Bu arada 1974 yılında Vedat Türkali’nin kızı Deniz
Türkali’yle evlenmesi de önemlidir. Çocukları yoktur. Şarkıcı Zeynep
Casalini, Deniz Türkali’nin önceki İtalyan eşinden olma bir çocuktur.
Komünist Vedat Türkali’nin etkileri filmlerinde kendisini göstermeye
başlar. Atıf Yılmaz’ın 70’lerdeki illegal TKP ile ilişkide olduğunu
düşünüyorum. Kemal Sunal’lı “Köşeyi Dönen Adam” filminde bir TKP
yazılaması görülür. Adem, 1 Mayıs’a katılır. Sansürsüz versiyonda
elbette.
12 Eylül 1980’de darbe olur. Halka ve sola yönelik bir
darbedir bu. Arkasından yıllar boyunca sürecek bir faşizm dalgası gelir.
80’li yıllarda açıkça toplumcu siyasete taraf olan filmlere
çekemez Atıf Yılmaz. “Kadın filmlerinin usta yönetmeni” unvanını bu
yıllarda almıştır. Bu unvanı kendisine Agah Özgüç takmıştır. Başrolünde
“normal”, “toplumun ve akrabaların beklentilerini yerine getiren”, “ot”
kadınların yer almadığı filmlerdir bunlar. “Mine”ye özel bir parantez
açmamız gerekecek. O filmle ilgili “Dünyanın En Güzel Kadını” başlıklı
Türkan Şoray yazımda bir şeyler söylemiştim. Yorum bölümünde yazıyı
bulacaksınız. Diğer “kadın” filmlerine; “Seni Seviyorum, “Bir Yudum
Sevgi”, “Dağınık Yatak”, “Adı Vasfiye”, “Dur Bir Kadın”, “Ahh Belinda”,
“Kadının Adı Yok” örnek olarak verilebilir.
“Kadın” filmi demek
ne kadar doğru? Bu tanımdan herkes, başrolünde farklı, etkili,
normalliğin karşısına dikilmiş kadınların olduğunu anlıyor. Veya bu
“normalliğin” nasıl da faşizan, dayatmacı bir yönelime sahip olduğunun
teşhir edildiği filmler…Bilemiyorum bu filmler nasıl kategorize edilir?
Bu konuda bilgi birikimim yeterli değil. Bir tuhaflık olduğunu seziyorum
ama yerine bir şey koyamıyorum.
80’li yılların sonunda hem Atıf Yılmaz’ın 20 senesi dolmuştur hem Türkiye de sinema ölmüştür hem de halk ölmüştür.
90’lı yıllarda son bir iki atımlık barutunu da tüketmiştir Atıf Yılmaz.
Büyük sanatçıların insana hüzün veren son birkaç eseri vardır. O son
birkaç sıradan işi yapmayıp, gerçekten zirvede bırakmayı başarabilen
büyük sanatçılar da vardır ama genelde büyük sanatçılar, 20 sene boyunca
onları büyüleyen ilgiden mahrum kaldıkları için boşluğa düşerler ve
birilerinin gazına gelip sıradan işler ortaya çıkarırlar. "Nihavend
Mucize”, “Eylül Fırtınası”, “Eğreti Gelin”i bu kategoriye sokuyorum.
Özellikle “Eğreti Gelin”i izledikten sonra oturup ağlamıştım. Benim için
bir “Kafama Sıkar Giderim” di bu film. “Nihavend Mucize”de Türkan
Şoray’ın sultanlığından eser yoktur, kadın filmlerinin usta yönetmeni de
çoluk çocuğun maskarası olmuştu.
Burada, büyük ve yetenekli
sanatçıların hayatlarını ve sanatlarını inceleyen çok yazı yazdım.
Bunların ortak noktası, bu insanların toplumla ve zamanla diyalektik bir
ilişkiye girmeleriydi. Toplumdan ileri olan bu insanları hep toplum
sınırlardı, onların ayaklarına pranga oldu. Sanatçılar yetenekleri ve
doğru zamanda doğru yerde olmak sayesinde toplumu ileriye çekebildikleri
kadar çektiler. Kendilerine minnettarım.
Atıf Yılmaz’a da minnetarım. Bunlar gerçek değerlerdir. Yalan, mal değerleri çöpe atınız.Etiketler: atıf yılmaz biyografi