
Amerikalı ünlü “bağımsız” sinemacı Richard Linklater’ı hayatınıza dahil
ederseniz çok iyi bir iş yapmış olursunuz. Bundan sonra daha donanımlı,
mutlu, huzurlu, güzel, yakışıklı, başarılı, demokratik bir insan
olursunuz. Kilo verirsiniz, istenmeyen tüyleriniz yok olur, yaşadığınız
yerin hava sıcaklığı tüm sene boyunca 27 dereceye sabitlenir.
İlginizi çekebildim mi Richard
Linklater’a? N’apalım kardeşim siz de ancak abartılı, alengirli
yazılara ilgi gösteriyorsunuz. Ne yapıp edip sizin ilginiz Richard
Linklater’a çekmem gerekiyordu çünkü gerçekten çok yaratıcı bir adam.
Bağımsızı neden tırnak içerisine aldım? Takipçilerim, bu konudan beş
yüz kere bahsettiğimi hatırlarlar ama kısaca değinmek zorundayım.
Amerikan bağımsız sineması, finansal bir bağımsızlığı ima etmez. Yani
kapitalist ilişkileri yenmiş bir sanat olayından ziyade, “bağımsız”
ifadesi; filmlerin içeriğinin altını çizer. Bağımsız filmden; düşük
bütçeli, star oyuncusuz, gündelik hayatta sıradan insanların başından
geçenlerin işlendiği filmleri anlıyoruz. İyi ki varlar. Hastasıyım.
Richard Linklater bunların en önemlilerinden biridir. Kendi kendini eğitmiştir ve yaratıcılığıyla ön plana çıkar.
Filmlerinde bir bakış açısı vardır.
Imdb.com
“Trivia/Ayrıntılar” bölümü her zamanki gibi imdadımıza yetişmektedir.
18 filminden 10 tanesini izlemişim. Bu, benim için iyi haber. Bu kadar
izlememiş olduğum filminin olduğunu bilmiyordum. Bütün dikkat çeken
filmlerini izledim yalnız.
Nedir Linklater bakış açısı?
Filmleri çoğunlukla gençlerle ilgilidir. Kendi deyimiyle “devam eden
gençlik isyanı”dır filmleri. 1960 doğumlu Linklater, 68’lerde başlayan
ve 70’lerde devam eden toplumsal çalkantıyı gözlemlemiş birisidir.
Sinemasıyla, 90’larda gelen toplumsal çöküşe direnmektedir.
Çok konuşan insanlara ilgi duyduğunu görüyoruz. Çok konuşan insanlarla
ilgili ne düşünüyorsunuz? Ben sevmem, net. Çok konuşmaktan ziyade
sürekli kendisinden bahseden ve karşı tarafla ilgilenmeyen insanlarla
diyaloga girmeyi sevmem. Girmem de.
Linklater’ın filmleri
diyalog bombardımanıdır ama boş değil. Her bir cümlenin üzerinde iyice
düşünüldüğü bellidir ve hayatla ilgili önemli ayrıntıların altını çizer
bu cümleler. Birçok insan filmlerinde doğaçlamaya izin verdiğini
düşünüyormuş Linklater’ın. Oysa gerçek farklı. Bazen baş döndürücü bir
hızla akan o diyalogların hepsi yazılmış ve ihanete uğraması asla
istenmeyen metinler.
Genelde filmleri 24 saatlik bir zaman diliminde geçiyor. “Boyhood/Çocukluk” a geleceğiz…
Kendisiyle tanışmam, Sinema adlı dergide “Tape/Kaset” adlı filmin
tavsiye edilmesiyle olmuştu. Bu filmi indirmiştim ve uzunca bir süre
bilgisayarımda durmuştu. Bir gün sırf kısa süreli diye açmıştım ve
izleyince götüm kırılmıştı. Kaybedenlerle ilgilenir Linklater. Burada
liseden iki arkadaş vardır. Birisi ciks kişi. Diğeri tam bir “bum”
(serseri kişi). Ciks kişi; iyi giyimli, bağımsız film yönetmeni
(hahahaha), bay başarı öyküsü. “Bum”ın aşık olduğu kızla çıkıyor
lisedeyken. Bum, yıllar sonra kızı, ciks kişiyi ve kendisini bir araya
getiriyor. Sonra olanları, yaşanılanları, diyalogları izleyince
“yaratıcılık nedir ki başka?” diye kendi kendinize soruyorsunuz ve
yerden kırılmış olan götünüzü topluyorsunuz. Sürpriz sonun allahı vardır
filmde bir de.
“Before Üçlemesi” ile ilgili de çok yazı
yazdım. Geçen Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler” filmi için “izlediğim en
iyi ilişki filmi” demiştim. Bu işler böyle aynen, demiştim. Before’ları
unutmuşum. Bu cümleyi muhtemelen, filme ilgi çekmek için “abartılı,
iddialı çıkış” kontenjanından etmişimdir. “Before”lar kadar kadın erkek
ilişkilerini doğru kavrayan ve aktaran filmler azdır.
“Slacker” ve “subUrbia”dan da bahsetmek gerekecek. Bu ikisini beraber
alabiliriz. Amerikan banliyö yaşantısının ve buranın gençliğinin acınası
durumunu ne de doğru gözlemler yönetmen. Banliyöyü Türkiye’nin küçük
şehirleriyle eşleştirebiliriz. Şehirler gibi beyinler ve ufuklar da çok
küçüktür buralarda. Bir sıradanlık ve mutevazılık faşizmi vardır
buralarda. Bu arada, bana göre, Ankara, beş milyonluk olmasına rağmen bu
dandik mutavazılık faşizmini yansıtır. Linklater, bunun benzerini bize
gösteriyor. İsyanı yenilmiş gençliğin içindeki fırtınayla bunu çok iyi
yan yana getiriyor ayrıca. “Suburb” kelimesiyle “Fobia/Korku” kelimesini
bir kelime oyunuyla birleştiriyor ve “U” harfini büyük yazıyor. Yani
sen “sen” olduğunun farkına var diyor. İsyanı kaldığı yerden yükselt
diyor. Bunları hak etmiyorsun diyor. Bu anlamda devrimci de.
“subUrbia”da mahalleye sonradan gelen pop star bozuntusunun tavırları
bomba. “Slacker” da bir nevi uyuşuk gençliğin ve durağanlığın
eleştirisi.
Son olarak “Boyhood/Çocukluk” tan bahsedelim.
İnanılmaz bir film bu. İyi anlamında demiyorum zaten bence iyi bir film
de değil. 2002 yılında çekmeye başladığı filmi 2014 yılında bitiriyor.
Bu, bir gecikme değil. Bir çocuğun büyümesini yıldan yıla çekmek
istiyor. Aynı oyuncularla anlaşıyor ve işe koyuluyor. Çok iddialı bir
çıkış. 12 yılda neler olur neler! Filmi başarıyla bitiriyor. Sinemaya
beş gram da olsa ilgi duyan kim varsa bence bu filmi mutlaka izlemeli.
Kendisini çok beğeniyorum, hsatasıyım. Yaşama ve topluma olan bakış
açısını da beğeniyorum. Kelimeler ve cümleler arasında “ayrıntı”
şeklinde verdiği yaşam derslerinin alıcısıyım. Umarım ondan önce
ölürüm…(Bitiş de abartılı oldu.)
Bugün, en geç yarın, “Tape”i izliyorsunuz. Marş marş!